Neden anlatırız biz bir şeyleri? Anlatmak insanın fıtratında mı vardır? Anlatmazsak ne olur? Asırlar boyu anlatılan hikayeler evrilerek günümüze geldik. Ama bir roman düşünün ki anlatıcısı “anlatmayalım,” diyerek başlıyor anlatmaya. Daha ilk sayfadan biz de başlıyoruz neyin bu kadar anlatılmaması gerektiğini ve yine de anlatıldığını merak etmeye. Çelişkilerin en güzel yazarı Javier Marías’ın külliyatındaki yolculuğuma uzuuun zamandır merak ettiğim Yarınki Yüzün üçlemesinin ilk cildiyle ile devam ettim: Ateş ve Mızrak. Aslında tek bir eser olarak değerlendirilmesi çok daha uygun ve serinin Yarınki Yüzün isminin geldiği yer çok nefis (söylemem).
Yazarın yazdığı şekliyle yedi kitaptan (ilki Ateş, ikincisi Mızrak) ama yayınlandığı haliyle üç ciltten oluşan seri, en kolay anlaşılır şekliyle tarif edilirse bilinmezlerin içinden çiçek gibi açılan bir kurguya sahip (evet, bu en anlaşılır tarifi)
Edebî anlamda yüksek bir doyum sağlayan bu yolculuğuma ikinci cilt ile devam edeceğim ve şu ana kadar neler olduğuna dair daha fazlasını burada anlatmayacağım. Siz de benim gibi merak ediyorsanız bu eseri, sabır gerektiren bu okuma için anlatıcı Jamie’ye (ya da Jacobo, veya Jack, yahut Jacques’a) kulak verin, o size anlatsın. Her ne kadar anlatmaması gerektiğini düşünse de...