Ya Dreyfus'un suçsuzluğuna inanan Emile Zola'nın yalnız adalet önünde değil, çağının iktidarına, hatta halkın çoğunluğuna karşı tek başına giriştiği inanç savaşı..."Suçluyorum" yazısı ile Dreyfus davasındaki yolsuzlukları cumhurbaşkanına bildiren büyük yazar, duruşmada kendisine çatan bir generale şöyle karşılık vermişti.
"Fransa'ya hizmet etmenin çeşitli yolları vardır. Generale hatırlatmak isterim. Kılıçla olduğu gibi, kalemle de insan yurduna hizmet edebilir. General Pelieux herhalde büyük zaferler kazanmış olmalıdır. Ben de kendi zaferlerimi kazandım. General Pelieux ile Emile Zola adlarından hangisinin yarına kalacağına gelecek kuşaklar karar verecek."
Bir yanda güçlü bir iktidar, polisi,jandarması, ordusu, aşırı milliyetçilk duygusuna kapılmış kalabalıkları...Öte yanda bir yazar. Gerçeğe inanan, gerçeği arayan bir insanın gücü, sadece yalana dayanan, yalanı kullanan yetkililerin silahlarından üstündür. Zola, savunmasını şu sözlerle bitiriyordu:"Beni yıkmak istiyorlar. Ama bir gün gelecek, Fransa bugün şerefini kurtarmaya çalıştığım için bana teşekkür edecek."
Dreyfus olayı üç beş generalin, bir kaç politikacının "yerleşmiş düzeni" korumak iddiasıyla örtbas etmeye çalıştıkları çirkin bir yaraydı. Bir yazar yüreklilikle kendini ortaya attı, Fransa'nın şerefini kurtardı böylece. Bugün elbette ki Emile Zola'nın adı var yaşayan. O generalleri, bakanları, polis müdürlerini, başkanları, savcıları anan, hatırlayan var mı?
Yaşamda bazı şeylere asla ulaşılamayacaktır. O kadar yakında da olsalar, onlara erişmek elimizde de olsa. Özlemler gerçekleştirilemez. En yakın, en yalın düşler bile...