Bu cesedin içinde insan nâmını taşıyan yalnız, görücü, bilici, idrak edici gözdür; ötesi et, deri ve kemik. O göze sahip olamadıktan sonra , yaprak , ağaç veya insan müsâvî.
Biz,yâni sen,ben ve bizim gibi,hayâtı cephe cephe ,ayrı ve muhtelif mânâlarda gören ve hissedenler ,kâh şâdolur güleriz ,kâh gama düşer ağlarız ve bu sûretle de dünyânın hayhuyunu ,zıt çeşnili ve çeşitli fikirlerini,duygularını ortaya koyarız .Iztırâbımız hengâmında dünya fenâdır ,zâlimdir .Sürûrumuz ânında ise latiftir,şirin ve hoştur.Bizim için her zamânın bir başka rengi ,kokusu ve hâleti vardır .Daha açıkcası biz, zamânın çocuğuyuz;his ve heyecanlarımızı hayattan ,hâdiselerden alırız.
“Hayâtımda bütün hatâ işlesem, sevâbım sensin. Bu harap ömrümden maksut sen, yalnız sensin…
Ben bu âlemden gideceğim zaman, dünyâda ne yaptın, ne iyilikler işledin diye sorarlarsa, ne diyeceğimi biliyorum: Cevâbım sen, yalnız sensin!”
Devan sendedir, halbuki bilmezsin; derdin de sendedir, halbuki görmezsin. Sen kendini küçücük bir varlık zannedersin, halbuki koskoca cihan sende dürülmüştür.
— Öyle kıymetli taşlarla süslenmiş kınlar vardır ki içinde en keskin hançerleri saklar, diyorum.
— Keşki içinde saklasa... Bile bile aldanmaya razıyım. Fakat ben o hançerin, bir an olsun kınına girdiğini görmedim ki... Buna, yaralı olan her zerrem şâhit.