“Kehkeşan cüsseli, siyah derili, yıldız pullu yılan, annemin boğazına sarılıp öldüren yılan, evimizin sahibi, düşüncemizin efendisi, bütün bir ev halkına her türlü gündelik hareketlerden, her geceki rüyalarına varıncaya kadar hepsini tayin ve kabul ettiren korkun eser, harikulade mevcut...”
- "Tanpınar gibi çok yüklü bir hayat tecrübesi geçiren 'Evin Sahibi' adlı hikayenin kahramanı yanlarında oturmak mecburiyetinde kaldığı aileden bahsederken: 'Hayır, der, burada her şeye bu kadar basit bir gözle bakan insanların arasında yaşamak bana güç gelecek. Bunlar için ölüm, hayat, günün her hadisesi, saadetler ve felaketler o kadar tabiî şeylerdi ki... Halbuki ben bir masalı olan adamdım.'' (Mehmet Kaplan)
Annem sabahleyin Beylerbeyin'de oturan bir arkadaşının yanına uğramak istemişti. Nedense çocukluğumdan beri yaz yağmurunu severim. Onu arkadaşına bırakıp yağmur altında dolaşmaya çıktım. Nedense yağmur karşısında iradesizleşiyorum.
Genç kadının hatırası gizliden gizliye ona arkadaşlık ediyordu. Fakat hiçbir acı tarafı, hiçbir sabırsızlığı olmadığı için bundan memnundu. Onu beklemiyordu, gelmeyeceğine emindi. O geçici bir yaz yağmuru, bir aydınlık fırtınası idi. O kadar. Bununla beraber zihnine ve hayatına iyice yerleşmişti. Eve girerken, çıkarken, odasında kelimelerin ve fıkirlerin peşinde dolaşırken, mutfağın kapısında, balkonda zaman zaman ona ve düşüncesine rastlıyor, bazı sözlerini tavırlarını hatırlıyordu.
Göz korkunç bir şahit, değil mi? Yahut korkunç ayna. Her şeyi, ifşa ediyorlar. Hele hislerimizi gizlemek isteyince bakışlarımız nasıl degişir? Kaskatı olurlar. Ve biz gizledik sanırız.