"Bunlar artık geçmişte kaldı," diyorlar, "Çağ bunu böyle istiyor," diyorlar. İyi de nerden çıkarıyorlar bu mantığı? Çağ değer yaratan bir etken değildir, hiçbir çağ da insanlara ve toplumlara tek bir biçimi, tek bir çözümü zorla benimsetememiştir.
Aşırı genellemelerden kaçınmak gerekir; ama, bazı bazı, birkaç saatlik bir yaşam dilimi içinde görüp işittiklerimizi şöyle bir usumuzdan geçirdiğimiz zaman bile, insanların gerçeği arayanlar ve gerçeği gizleyenler diye ikiye ayrılabileceğini kesinleyebiliriz.
Bir sanatçı dopdolu yaşamadıysa, sevemediyse, yoksulluk çekmediyse ya da sınıf kavgasına katılmadıysa, ne yazabilir ki? Her istediğini elinin altında bulmuş bir zengin çocuğu ne yazabilir ki?
Kafka'nın Değişim'i, Gogol'ün Burun'u, Rabelais'nin Gargantua'sı gerçeğe-benzerlik açısından bizi hiç rahatsız etmez, oysa bu yapıtları gerçeğe-benzer saymak için olguları biraz zorlamak gerekir.
Ülkenize yabancılar girecek olursa, açık açık savaşırsınız, ama kendi ülkeniz kendi askerinizin işgaline uğrayınca, iş karışır, aynı kararlılık ve aynı açıklıkla savaşamazsınız, bunu başkalarıyla konuşmak da tatsızdır...
"Orhan Kemal'le Yaşar Kemal Çukurova'nın romanını yazdı!" dedikten sonra, öteki bölgeleri anlatan romancıları sayar, sonra da "Peki, Karadeniz'in romanını kim yazacak?" diye sorar, boşlukların bir an önce doldurulmasını isterler.