İlk bakışta her şey eskisi gibi. Hava fena değil. Çocuklar okula gidiyor. Gençler sevişiyor. Kadınlar doğuruyor. Marangoz ustaları ve fabrikalar çalışıyor. Yaşlılar birer ikişer ölüyor. Bitkiler gene aynı mevsimlerde yaprak ya da tohum döküyor. Yaşam sürüp gidiyor. Ama eksik olan bir şey var. Ne?
« Niçin ben susmak zorundayım?
Açın gözlerinizi, burnunuzu dikin ve kulak kesilin: Çürümeyi duyuyor musunuz?
Siz başka türlü görseniz de şu çok yaşlı toprağımızda her günün tufanından artakalan sayısız şeyin kokuştuğunu, çürüdüğünü biz biliyoruz. Nereye gitseniz yalan ve ikiyüzlülükle dokunmuş halıların üstünden geçiyorsunuz. Ama bir koku, dayanılmaz bir koku gelmiyor mu burnunuza? Kırbacın rüzgârı, uykunun sisleri ya da altın varaklar kapatabilir, dağıtabilir mi bu pisliği?
Çocukların sessizce geleceğin denizlerine kürek çektiklerine bakmayın. Ayakları geçmişin ağır zincirleriyle yeniden bağlanıyor. Bilginler gittikçe küçülen kurtlar gibi kendi kitaplarının ciltleri arasına gömülüyor. Kendi kuyruğunu yiyen bir masal hayvanı gibi ağır ağır ölüyor yaşam. Ortalıkta dolaşanlar yalnızca çerçiler ve tacirler. Çürümeye yüz tutmuş bir meyvayı evden eve dolaştırıyorlar.»
Sayfa 83 - De Yayınevi (Yalnız Değiliz)Kitabı okudu
« Şimdi kış. Pek yaprak görünmüyor dallarda. Ama hep biliyoruz. Bahar mutlaka gelecek. Ve hep birlikte duyacağız yapraklı dalların sesini. İstersen nice zamandan beri yaptığımız gibi, Nazım ’la başladığımızı, onunla bitirelim:
« . . .
İçerde bir tarafınla
yapyalnız kalabilirsin
kuyunun dibindeki taş gibi
fakat öbür tarafın
öylesine karışmalı ki
dünyanın kalabalığına
sen ürpermelisin içerde
dışarda kırk günlük
yerde yaprak kıpırdasa. ..»
Sayfa 52 - De Yayınevi (Yeter ki Kararmasın..)Kitabı okudu