Her çukurun bir sonu , her dağın bir tepesi olduğu gibi sevincin de , kederin de başladığı ve bittiği bir nokta var... Hiçbir derinlik, hiçbir irtifa sonsuz olmaz ! İnsan nasıl bir çukurun sonuna erdikten sonra tekrar yükselmeye başlarsa , nasıl bir dağın tepesine vardıktan sonra inişe doğru yol alırsa , ben de üzüntülerimin son merhalesini bulduktan sonra yavaş yavaş ondan ayrılmaya mecbur oluyorum...
Yaptığım fenalıkları azabını çekmiyor muyum? Çekmediğimi düşünmek bile bir azabı hatırlatmak değil mi ? Azabı tokat halinde duyanlar , hisleri derisinin yüzünde olan zavallılardır. İçimde her zaman canlanmaya hazır bir ölü , her zaman azaları gerilip kımıldayan bir hasta var... Ben bunları örtmek için taş toprak gelinceye kadar azap duyacağım...
Ben kalbimin işlerine başımı sokmak istemedim , olduğum gibi görünmek istedim . Sevgi bir duygu değil mi ? Bunda düşüncenin vazifesi nedir ? Ben ne kadar samimi olursam o kadar aşka yaklaştığımı duyarım...
Beklenen olmazsa yalnızlık en güzel şey... Hapisten çıkacağı günü parmakları ile sayan bir mahkum zavallıdır , fakat kendini bir manastıra vakfeden mütevekkil bahtiyardır...
Hakiki tehlikeler , gölge gibi , insanın ardından yürür... Ne kadar kaçarsak kaçalım , akıbet , o gene ayaklarımızın ucundadır. Ondan uzaklaştık sandığımız dakikada bir kere arkamıza dönelim, hemen onu görür , titreriz.