"Tanrı uçar dururdu, insanoğluysa tekti. O da uçar dururdu, sanki Tanrı'ya eşti. Sandı ki insanoğlu bununla bütün oldum. Ben çok güçlendim artık, Tanrı'dan üstün oldum."
İnsanlar, özetle sahtekâr birer pazarlamacıydı. En güzel ürünler tezgahın üstünde, vitrinde; görürsün canın çeker, şundan birkaç kilo alayım da evde yeriz dersin, alırsın da... Eve gidince poşeti açarsın, malların biri iyiyse dördü bozuktur, çürüktür. İnsanlar da böyleydi işte. İnsanlar da çürük meyve gibiydi. Kimsenin tadı yoktu. Kimse gerçek yüzüyle çıkmıyordu sahneye ya da bir başkasının karşısına; herkes mutlu, herkes sevecen, herkes insan canlısı, herkes her şeyi paylaşıyor ama içine girmeye gör; çürük meyve gibi bozar insanın ağzının tadını. Madem insanlar bu kadar güzeldi de bu kadar kötülüğün sebebi neydi?
Muhtar babasıyla çok anlaşamasa da babasının olduğu gün arkadaşına; ıssız kaldım, dedi, babam benim kalabalığımmış, şu koskocaman dünyada kalabalık insanların arasında ıpıssız kaldım...
Yoksulların da bir afyonu vardı : Korunaklı, sıcak evlerinde; karınları tok, sırtları pek dürzülerin yoksullar için hazırladığı şükür eksenli sözcüklerdi bunlar.
Toprağın özel mülk olmasıyla başlayan eşitsizlik; toprak sahipleri, efendi köle ilişkisi...
Şükür yalanı ortaya atıldı.
Kölelere şükretmek öğretilmişti.
Şükürle birlikte yoksulluk doğmuştu