Yunan Ulusunun Doğuşu

Herkül Millas

Yunan Ulusunun Doğuşu Posts

You can find Yunan Ulusunun Doğuşu books, Yunan Ulusunun Doğuşu quotes and quotes, Yunan Ulusunun Doğuşu authors, Yunan Ulusunun Doğuşu reviews and reviews on 1000Kitap.
M. Sencer, Osmanlı yönetiminin, yabancıdan daha az vergi, kendi yurttaşından daha çok vergi aldığını yazar: “Batı’da feodal krallar esnaftan çok tüccarı desteklediği halde Osmanlılarda durum tersineydi” (294). “Müslümanların ticaret mallarından 1/40, zimmilerden 1/20, müstemimlerden 1/10 oranında zekât veya öşür vergisi alınırdı” (Küçük, Cevdet 1007). “Son tahlilde Osmanlı ‘haşmetli’nin simgesi olan devlet aygıtı üretim ilişkileri açısından tutucu bir rol oynuyordu. Bu tutuculuk bir taraftan özel mülkiyet yönündeki gelişmeleri frenleme şeklinde ortaya çıkıyor, öte yandan da yoksul halk ayaklanmalarını kanlı bir biçimde bastırma şeklinde somutlaşıyordu” (Timur 1979, 225). "18. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, Avrupa tüccarlarına sağlanan ayrıcalıklar, Osmanlı Devleti’nin kendi vatandaşlarına sağladığı ticaret haklarının çok ötesine geçmiş, hem Müslüman hem de zimmi olarak adlandırılan gayrimüslim Osmanlı tüccarları müstemin karşısında rekabet edemez duruma gelmişlerdi... Bu durumda Rum (vb.) kökenli zimmi tüccarlar aynı ayrıcalıkları elde etmek üzere Avrupa devletlerinin himayesine girmeye başladılar” (Pamuk 179, 180).
...Bugün bile, İstanbul’un fethinden 500 küsur yıl sonra, kentteki Rumlar ve Yahudiler -her ikisi de başka bir dil konuşmak yeteneğinden yoksun olmadığı halde- hâlâ Türk dilini iyice öğrenememişlerdir. Hristiyan Arap’tan söz edilebilir; fakat Hristiyan Türk tabiri, saçma bir deyim gibidir. Bugün bile, laik Cumhuriyet’in kırkdört yılından sonra, Türkiye’deki bir gayrimüslime Türk vatandaşı denebilir, fakat Türk asla... Müslümanlar yalnız dört meslek tanıyorlardı: idarecilik, savaş, din ve tarım.
Reklam
Akçam “Hristiyanlarla eşit olmayı veya onların daha üstün duruma geçmelerini kabul etmeyen” zihniyeti sert bir biçimde yermiştir (66). O. N. Ergin’de “imtiyaz” sayılan tercümanlığın farklı bir yorumunu okuyoruz: “Hemen hemen sadrazamlar gibi başı kesilmemiş tercümana da az rast gelinir” (740). ‘‘Yalnız Türk soyluları değil, Osmanoğlu’nun tacına rakip olabilecek öteki aile bireyleri bile düzenin değişmeden sürdürülmesi amacına kurban edilmişlerdir” (Kongar 20). “Diplomasi ve konsolosluk görevlerinde bulunan Rumların sayısı yüksekti, ama merkezi hükümette görev alan Rumlar’ın sayısı göreli olarak önemsiz sayılırdı” (Kuneralp 46). “Gayrimüslim toplulukların yönetimde, askeri kadrolarda ve tarım alanında faaliyet gösterme alanları kısıtlıydı” (Şen 1). “Viyana Protokolüne verilen cevabın aksine (yani 19. yüzyılda bile) tamamen Hristiyan nüfusun bulunduğu bölgelerde küçük bir köy kilisesi inşa etmek için dahi BabIâli’nin izni gerekiyordu” (Ortaylı 1979,231). “Patrikhaneye verilen imtiyazlar ruhban sınıfının feod al bir organizasyon halinde kalm asına yardım etmiştir” (Sâdi 14). “Azınlıkların daima rahatsız, tedirgin, kuşkuda bulunmasının haklı ve olağan görülmemesine imkân yoktur” (Umar 61).
Özal, kitabının İngilizce baskısında, Osmanlı Devleti'nin politikasının ve tarihsel misyonunun, çağdaş uygarlığı yerleştirecek sömürgeci bir devlet politikası olmadığını, etnik kültürleri muhafaza etmeyi amaçladığını savunur. Osmanlı Devleti yüzünden Ortodoksların Rönesans hümanizminden yoksun kaldıkları” savına da, Ortodoksluğun Rönesans hümanizmi ile bağdaşmaz konum u” gibi ilginç bir görüş dile getirmektedir (211). Bu görüşte D. Kitsikis etkisi görülmektedir (bak: H. Millas: “Türk/Yunan Birliği ve Kitsikis”, Toplum ve Bilim, Kış, 1089).
Niyazi Berkes de, Osmanlı Devleti’ni kıyasıya eleştirip “geri” saymakla birlikte, bu “düzene” karşı çıkmış olan güçlerden “Yunan” kesimine de saldırmaktadır; sonunda Osmanlı Devleti’nin başına gelenlerin büyük sorumlusu Ortodokslardır, demektedir. Osmanlı Devleti bir “Doğu” devleti olarak “korsanlık, gazilik, kaçakçılık, eşkıyalık gibi... savaş
“İstanbul’un fethinden itibaren Osmanlı Devleti'nin sınırları içinde kilise inşa etmek yasaktı. Tamiri için bile Divan’a müracaat edip ‘hükm-ü şerif almak gerekiyordu”; “Osmanlı yönetimi tebaasının, merkezi kendi toprakları dışında olan bir mezhebe girmesine karşı idi” (65- 66); Müslümanların “hakim millet”, gayrimüslimlerin “mahkum millet” olduğu açıklanıyor; “hakim millet içinde, yani yönetici sınıfta, zorbalık yanlılarının bulunduğu bir gerçektir” (217); Hristiyanlara kaldırımda yürümeleri, ata binmelerinin yasak olduğu, istedikleri giysiyi giymekte serbest olmadıkları (218) yazılmaktadır. Ve hemen aynı paragrafta “din ve mezhep ayrımına dayalı özel bir uygulama kesinlikle söz konusu değildir” de denilmektedir (217); “kötü yönetim bütün tebaa üzerinde aynı sertlikle olmuştur” denmektedir. Hem “mahkum milletlerden söz edilmekte, hem de bu uygulamalar “çağdaş ve medeni bir uygulama” olarak değerlendirilmektedir (216). İhtilaller olmamışçasına “Gayrimüslim topluluklar, Osmanlı yönetiminin verdiği statüden memnun olmalılar ki, devlete isyan etmek gibi bir davranış içine girmediler” gibi çelişkili cümleler okuyoruz (217). Genel değerlendirme “mahkum millet”in iyi bir konumda olduğu yönündedir: “Osmanlı Devletinde, gayrimüslimlere tanınan haklar, ta baştanberi, istikrarlı bir gelişme göstermiştir... bunlara yenileri eklenmiştir” (220).
Reklam
153 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.