Ham erikler, satranç taşları, şarkı söyleyen büyükanneler, dua eden büyükanneler, külotlu çoraplar, kemerler, Lola'lar, Edgar'lar, Kurt'ler, Georg'lar, Yüzbaşı Pjele'ler, isimsiz tanıklar, yüreklerdeki hayvanlar, muhafızlar ve diktatörler...
İmgelerden oluşan bir manzara, değişik bir anlatım, boğucu bir atmosfer... Belki de kitabın böylesi boğucu ve de kopuk kopuk oluşu, yansıttığı atmosferin sirayetinden ibaretti kim bilir. Her şey bölük pörçük, anlamsız, sanki bir yerlere varmak isteyip de varamayan, bir şeyler anlatmak isterken, esas anlatılmak istenenin muhafızlar tarafından anlaşılıp diktatöre ispiyonlanmamasını da isteyen bir seyirde ilerliyordu. Kimi imaları anlıyor, kimi imaları ise hiçlikte kaybediyordunuz. Kimininse bence kesinlikle bir manası yoktu. Netice olarak, yarısını geçmeyi anca başarabildiğim bu kitabı, diğer arkadaşlarına haksızlık ettiği ve onlara ayrılacak zamanı çaldığı için uğurluyoruz. Kusura bakma Herta, olduramadık. Farklı bir anlatımın ve değişik bir kalemin olduğu kesin, ama bana göre değilsin...
"Şiirin yoğunluğu ve nesrin doğrudanlığını kullanarak yurtsuzların dünyasını betimleme yeteneği" Nobel aldırmış belki ama bende karşılık bulamadı maalesef...