Hakikat denen şey, bu gezegen üzerinde yaşamaya mahkum bir yaratık türünün onsuz edemeyeceği, kazmakla dibine varılmayan derin bir yanılsama türü değil miydi?
Ama mesela bilebiliriz ki nefret bizim bir acımızdır ve bu nefretin nedenini kavrarsak nefret duygusu otomatik olarak kaybolur.Ama unutmayalım ki nefret bizim bir kederimizdir.Sevgi ise dış bir neden dolayısıyla yaşadığımız sevinçtir.O halde nefreti bağladığımız imajları pekâlâ varoluş gücümüzü yükselten sevgiye bağlama şansımız vardır (zordur ama vardır)...Böylece sevgi bir "emek" ve "özen" olarak karşımıza çıkar.
Bizler ya başkasıyla varolurken kendimizden vazgeçeriz,ya da birlikte varolacağımız başkasının kendinden vazgeçmesini talep ederiz.Bu da mutlak bir mutsuzluk ve pasifliktir.Böylece sevgi gibi sevinçli bir duygu bile bir şantaja dönüşür.
Hissederiz ki karada yürüyemeyen o yengeç,kıyıda çırpınan bir balık kendi dünyasında,suda müthiş bir zarafetle yüzmekteydi.Her aşkın başlangıcı böyle bir "başka dünyanın zerafeti" algısıdır.