İnsan, ahlâkî gerçeğe akıl yoluyla varmaz: ahlâkî bir sezgi götürür ona. Bu sezgi, tanıtlanamaz, duyulur sadece. Herkeste bu sezgi vardır: Doğruyla yanlışın, iyiyle kötünün duygusu, doğuştan herkeste vardır bu. Bu duygu, üzerinde düşünmeden tanır ve öğrenmeye gereksinmeden hareket eder. Bu ahlâkî sezgi doğamızdan gelir bizim; böylece doğrudan doğruyadır ve yanılmazdır. Herkeste vardır o; bulanık biçimde de olsa, bir hırsızda, bir katilde de vardır. Ve dışarıdan gelmiş hiçbir bilgi onun yerini tutamaz. Ahlâkî sezgimizle onur duymalıyız: ve onun hükmünü her şeye, herkese karşı zenginleştirmeliyiz.
Tanımak için de eylemde bulunmalıyız.
Ahlâkî sezgiyi gerçekleştirmek için, bencil duyguları ve gururu kaldırıp atmalıyız; alçakgönüllü olmalıyız. İçimize eğilmek gerek; kendimize dönmek, boş düşünceleri bir yana bırakmak, imgeleri dizginlemek, başıboşluktan kaçınmak gerek. İyiliği uygulamak için güçlü bir niyet sahibi olmalı: Eskilerin kitaplarındaki gerçekleri kendinde bulmak için, kişisel bir çabaya girişmeli. Vicdan muhakemesi ve manevî mücadele, sürekli olmalı. Durmadan, bencilliği, açgözlülüğü, tutkuyu kendinde arayıp bulmalı ve bulunca da hemen kökünden söküp atmalı onları. Günlük uğraşlarımızın içinde de yapılabilir bu: çünkü, her uğraş, ahlâkî sezgiyi gerçekleştirmede bir malzemedir. Tek zorunlu olan budur. Böylece, ne bir köşeye çekilmeli, ne kitabî bilgileri yığmaya bakmalı, ne başkaları ne der kaygısına düşmeli!