Evlenmek, bir aile kurmak, doğmak isteyen bütün çocukları kabullenmek, bu güvenilmez dünyada onları var etmek ve hatta biraz da yol göstermek benim inancıma göre bir insanın ulaşabileceği en yüksek noktadır.
Ben her zaman yüzkarasıydım; ya senin komutlarını yerine getirirdim, ya da dik kafalılık ederdim ve bu da yüzkarasıydı, çünkü nasıl olur da sana karşı dik kafalı davranabilirdim..
Devasa adamın, babamın, en üst merciin neredeyse nedensiz gelivereceği, beni gece vakti yatağımdan alıp kapı önündeki koridora bırakabileceği ve onun gözünde böylesi bir hiç olduğum yönündeki kahredici düşünceyle yıllar sonra bile acı çektim…
Sonrasında herhalde sözünü dinlemiştim, ancak bundan içsel bir hasar görmüştüm. Anlamsızca su istemenin bana göre doğallığıyla dışarıya bırakılmanın olağanüstü korkunçluğu arasında mizacım gereği asla doğru bir bağlantı kurmayı başaramadım.
Her durumda biz seninle çok farklıydık ve bu farklılığımız yüzünden birbirimiz için öylesine tehlikeliydik ki, ağır gelişen bir çocuk olan benim ve senin gibi gelişimini tamamlamış bir adamın birbirlerine ileride nasıl davranacaklarını biri önceden hesaplamak istese, senin beni benden geriye hiçbir şey kalmayacak şekilde düpedüz ayaklarının altına alıp ezeceğini varsayabilirdi.
Ben hasta olunca annem beni ne mektebe gönderiyordu ne işe. “Hastasın, yat evde, iyileşmeden çıkılmaz” diyordu.
Bundan sonra beklesin dururdum ben de evde!
Bak Paşa iyileşmeden gitmişti cepheye…
Bir kadının gittiği, evden belli olur. Kadın giderken düzeni götürür bir kere. Yaşayan ev sarsılır.
…..
Kadın gidince evin dokusu bozulur, susuz kalmış çiçeğe benzer, solar. Küçük şeylerin izi silinir. Eşyanın dili tutulur, ev sağırlaşır…
Beni neyin beklediğini bilmiyorum. Ama beni güzel günlerin beklediğine inandığım günler çoktan bitti. O günlermiş meğer güzel olan. Şimdi günler beni olduğum yere çiviledi. Kendi çarmıhımda sızlanıyorum…