İnsanca yaşantımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Nietzsche'den, Schopenhauer'den falan bahsediyoruz. Kimimiz kitaplar, şiirler, şarkılar üretirken kimimiz bilim, teknoloji üretiyor. Zihnin kıvrımlarıyla evrenin boşluklarında süzüldüğümüz sıralarda bir haber geliyor: 14 gencimiz şehit oldu! Bütün algımız ve odağımız dağılıyor. Bir kedinin bile acı çekmesine dayanamayan Türk Halkı, terörist denen insan artıklarının acı çekmesini izleyerek yüreğini söndürmeye çalışıyor. Mantık, yerini patlayan duygulara; kardeşlik yerini nefrete bırakıyor. Ülkenin ürettiği kaynaklar, bazı devletlerin maşa olarak kullandığı aptal homo-sapienslerin üzerine ateş olarak yağıyor. Irk, dil, din, mezhep ayrımı boy gösteriyor. Doğduğumdan beri sürekli sorarım, neden bir dilin, bayrağın, marşın etrafında toplanan bir avuç insancık olmayı beceremeyiz? Üstelik bu köpeklerin tasmasını tutanlar bile bunu becerebilmişken? Nazım'ın söylediği; bir ağaç gibi tek ve hür olamayıp, bir orman gibi kardeş olamayız hiçbir zaman? Bütün ayrımların üzerinde, insan olmayı neden en kutsal görev addetmeyiz? Tam da bir rampayı tırmanmışken, tam da ışığı birazcık görüvermişken, tam da barış içinde bilim, sanat üretirken neden kavgaya tutuşuruz bir anda? Tanpınar'ın dediği gibi ''Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.'' mu yoksa? Ya da Sabahattin Ali'nin bahsettiği, içimizdeki şeytana mı yenilip duruyoruz hep?