Dünya gezi edebiyatında, gerek tasvir ettikleri coğrafi bölgelerin boyutları, gerekse eserlerinde kullandıkları dilin edebî nitelikleriyle ön plana çıkan belli başlı üç büyük gezgin ve artık klasikleşmiş olan üç önemli seyahatname sözkonusudur. Bunların ilki Tancalı İbn-i Battuta'ya, ikincisi Venedikli Marco Polo'ya ve üçüncüsü de İstanbullu Evliya Çelebi'ye aittir.
''Toplum, temel yapısından gelen sancılarla kıvrandıkça, yüzeydeki çatırtıları Bölücülük, bozgunculuk, kışkırtıcılık diye adlandırmak, arkasından da «Kardeş 'kanı akmasın» gerekçesiyle demir yumruk istemek artık faşizmin klasikleşmiş yolu oldu.''
Reklam
"Zamanım yok ki, gerekçesinin arkasına sığınmak, rahatını bozmak istemeyen, üşengeç kişilerin kullandıkları ve artık 'klasikleşmiş' olan bir kaçış yoludur."
Tokat!
Çağın akıl sahibi insanları, dünyayla artık aklın hiç ihtiyaç duyma­yacağı biçimde ilgileniyor. Mesela Türkiyeli bir akademide, demokratik bir toplum arayışında akla ilk gelecek olan "özgür­leşim tutkusu" ve "ütopya" gibi klasikleşmiş bazı sorgulama­lara son derece müsait ve açık bir olgu (hatta Türkiye'nin ya­kın döneminin en açık olgusu) olan Gezi direnişiyle ilgili bir sempozyum düzenleniyor, ama şöyle bir iddia ile: "Çokluğun Siyasetinin Gezi'yle Birlikte Almakta Olduğu Hal Üzerine Kolektif Bir Düşünme Zemini." Ve bir iki bildiri başlığı örneği: "Uyuşmazlığın Siyaseti ve Ortaklaşmanın Mikropolitiği"; "Gezi Sonrası Siyasette Antogonizma ve Queer". Ama en güzeli şu: "Gezi Direnişinin Biyo-Mekansal Stratejisine Dair Bir Okuma: Direnç-Mekan'ın Çoklu-Ölçeklerdeki Metastazı." Bu jargonda malum parkın adı "temellük edilmiş bir uzam", malum isyan "yatay direniş" oluyor hemen. Entelektüeli ahlaken sıradan in­san mertebesine indirip sistem içinde kendi prestijinin peşi­ne düşürmüş olan tahsilliler güruhu, bir kez daha gerçeği ifşa edecek yerde kendi teorik uzmanlıklarıyla prestij avına çıkıyor. Burada teori tam olarak akademisyen ve öğrencilerden olu­şan dinleyici kitlesine yönelik bir performans haline gelmiştir. Kullanılan zor anlaşılır dilin teknik engelleri tam olarak genel kitleden uzaklığın bir işlevidir -Gezi direnişinin temsil ettiği şeyin tam aksine!
Sayfa 117 - Yordam Kitap, 2021.Kitabı okudu
Yirmi üç “fantastik” hikâyeden oluşan Ahmed Hilmi Bey’in artık klasikleşmiş kitabı Âmak-ı Hayal’de “Âlem bir deniz, sen bir gemi; aklın yelkeni, fikrin dümeni, kurtar kendini, ha göreyim seni…” denir. Ne güzel bir iddia doğrusu. Dünyayı kurtarmaktan bir önceki durak mıdır acaba?
Kaygı ve yabancılaşma gibi kavramların (ve Çığlık’taki gibi, bunların tekabül ettiği deneyimlerin) postmodernin dünyasında artık yeri yoktur. Marilyn ya da Edie Sedgewick gibi büyük Warhol figürleri, 1960'ların sonlarındaki mahut tükenme ve kendini tahrip vakaları, o son derece egemen uyuşturucu ve şizofreni deneyimleri -artık bütün bunların ne Freud'un kendi dönemindeki isterik ve nevrotiklerle, ne de ileri modernizm dönemine egemen olan o klasikleşmiş radikal tecrit ve yalnızlik, anomi, kişisel isyan, Van Gogh tipi delilik deneyimleriyle pek bir ortak noktası kalmamıştır. Kültürel patoloji dinamiklerindeki bu kaymayı, öznenin yabancılaşmasının yerini öznenin parçalanmasına bırakması olarak ifade edebiliriz. Bu terimler ister istemez çağdaş teorinin gözde temalarından birini -bizzat ‘özne'nin ölümü, özerk burjuva monad veya ego veya bireyin sonu- ve bunun paralelinde, ister yeni bir ahlaki ideal, ister ampirik tanım olarak, eskiden bir merkezi bulunan özne ya da ruhun merkezini yitirmesinin vurgulanmasını çağrıştırıyorlar.
Sayfa 75 - Postmodernizm, Kıyı Yayınları, 2.Baskı, 1994. (Fredric Jameson - “Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı”Kitabı okudu
Reklam
33 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.