Babamla aynı evde yaşıyorduk ama birbirimizi üç dört gün görmediğimiz olurdu, çünkü onun genelde dışarıda işleri vardı. Yine de evdeki varlığı kaçınılmaz bir baskınlığa sahipti, dişli, korkunç bir varlık...
"Düşünmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorduk. Düşünmenin ne olduğunu bilsek babam da düşünürdü, ben olmazsam ne yapar arkamdakiler der, gitmezdi. Arkadakiler bilmiyorlardı demek ki. Düşünmenin sadece kendine yanmak olduğunu sanıyorlardı."
Tabii ki, bir babanın beş vazifesi vardır: Babalar en evvel çocuğunu sünnet ettirir. Vazifesidir. İkinci defa güzel bir tatlı isim koyar. İsmin halk arasında o kadar farkı vardır ki, güzel isim halka sevdirir. Üçüncüsü, baba çocuğunu okutur. Dördüncüsü, çocuğu evlendirir. Askerliği yaptırırsa baba vazifesini bitirmiş olur. Ondan sonraki de çocuğa kalmış olur.
Baban seni görmemiş, varlığını onaylamamış, sana hak ettiğin değeri ve önemi vermemiş, kimse sana özen göstermemiş, tamam... Ama sen artık çocuk değilsin. Senin sahibin sensin. Sen de kendine babanın gözleriyle bakmaktan vazgeç. Kendini yalnız bırakma, sahip çık şu kıza."
"...Ah hocam, babam nasıl bir yaradır içimde bir bilseniz... Ben onun sevgisini kazanmaya çalıştıkça iki misli nefretle gözlerimin içine bakan adam... Babam. Bana öfkeyle bakan gözlerinde bir yudum sevgiyi benden esirgeyen, bana kendimi bir çöp kadar değersiz hissettiren babam."
Babasının ellerini hatırlardı hep. Kocaman,biçimsiz, sert, hışır hışır, neredeyse insanlıktan çıkmış ellerdi bunlar. Babasının elini tuttuğunda bir ağaca dokunmuş gibi olmuştu.
Şimdi ise kendi elleri de babasının elleri gibi olmuştu.
Herkesi babama benzetirdim.Ya da hiç kimse babama benzemezdi.Evimizde yapraklanan bir çınar ağacıydı.Yanımda olduğu zamanlar iki kat yaşardım.Yüreğimde karıncaların yürüdüğü bir yeni zamandı.Bütün erkeklere mavilik veren bir gökyüzüydü..Bir gün gelmeyiverdi, ben inanmadım.Ben bir çınarın her yaprağından defalarca düştüm. .