Şu da unutulmamalıdır ki, devletlerin çöküş sebepleri her zaman ahlaki çöküşle başlar. Güce, zenginliğe kapılan yöneticiler yozlaştıkça devlet yozlaşır, yozlaşma büyüdükçe de çöküş başlar
Halduna göre bir devletin sınırlarının genişliği ve coğrafi büyüklüğü yönetim olarak bazı sorunlar çıkaracaktır. Bu sorunların aşılabilmesinin yolu devleti yönetenlerin azlığı ve çokluğu kadar o kişilerin ehil kişiler olmasına bağlıdır. Çünkü ehil olmayan kişiye hangi işi verirseniz verin o işin sonu hüsran olacaktır.
"Tek bir insana benzeyen devlet, en iyi yönetilen devlettir diyebiliriz. Böyle bir devlette de yurttaşlarının başına iyi kötü ne gelirse gelsin, devlet bunu kendi başına gelmiş sayacak, onunla sevinecek, onunla dertlenecektir."
Daha da korkuncu, hepimizin içinde bu adamlardan vardı. Ne zaman, haklı itirazımızı yapmaktan geri dursak, ne zaman mezalimi görmemek işimize gelse, ne zaman «alemin enayisi ben miyim» diye düşünsek, ne zaman ilerideki mühim ve büyük iyiliklerimiz adına hemen önümüzde duran önemsiz ve ufak tefek kötülüklere rıza göstersek hepimiz bu adamlardan oluveriyorduk. Ne yapıp yapıp bu adamlarla savaşılmalıydı. Bu adamların yapabilirlik alanı daraltılmalıydı.Bu adamların borusu bu kadar çok ötmemeliydi.
Samimiyetsizlik uygarlıkla gelişmiştir. Çünkü uygarlıkla birlikte diplomasi de gelişmiş, çalınacak şeylerin sayısı da artmıştır. İlkel insanlarda mülkiyet geliştikçe hırsızlık ve yalan da başlar.
Günümüzde bile çoğu insan devletin getirdiği yasalardan ve vergilerden pek hoşlanmaz. Yasaların oluşturulmasını ve uygulanmasını gerekli bulur, ancak bunların kendisinden çok diğer insanlar için gerekli olduğunu düşünür.
İşte ulaçacağın kirli servet diyordu. Bunun tadını ancak böyle koşullar altında, böyle adamlar arasında çıkarabileceksin! Belki yılda yirmi bin frank getiren bir işin olacak ama bunun için etleri afiyetle midene indirirken, zavallı mahkumun şarkı söylemesine engel olman gerekecek. Onun azıcık yiyeceğinden çalacağın parayla ziyafetler düzenleyeceksin ve sen yemeğini yerken o daha da mutsuz olacak! Ey Napolyon! Senin zamanında, bir savaşın tehlikeleriyle mücadele ederek yüksek mevkilere erişmek ne tatlı bir şeydi ama fakirin acısını alçakça arttırmak...
Hak edişlerin verilmediği toplumlar çürümeye mahkumdur. İyiliğin de kötülüğünde hakkı adalet terazisi şaşmadan verilen tolumlar payidar olmaya ve her türlü zenginliğe layık toplumlardır.
“İnsan, doğası gereği toplumsal bir varlık olduğundan aile, cemaat ve devlet içerisindeki bir bağa muhtaçtır. Devlet, tek görevi imkân dahilinde dünyevi mutluluğu, huzuru tesis etmesi gereken, tamamıyla insan aklının ürünü bir kurumdur.”