kişinin sevgilisinin bulunduğu yere, yıllar yılı, yanlış mevsimde, aşkına karşılık bulacağının en ufak garantisi olmaksızın dönmesine bakarak, bağlılığın haklı çıkarılabileceğini düşünüyorum.
İnsan bağışlanabilir olmayı ister. Bağışlayan kendini Tanrı sanır. Bu koca sanrı ile öyle ucube bir hale gelir ki kibri onu kubura oradan da kabre sürükler.Kafka Dönüşüm 'de diyor ki : "bu tür incelikleri ayrımsayabilecek durumda değildi...'' yani hoşgörü dahi kibre denk. Sahi ya sen kimsin ki bağışlıyor ve hoşgörüyorsun? Hoş oradan demezler mi adama? Hoş oradan... Hoş. 🙂🫂
İçerilerde bir yerlere sakladığın iyi ya da kötüyü nasıl temsil edersin bayım? Ne yaparsan iyi ne yapmazsan ivi? Ya da ne yaparsan kötü ne yapmazsan kötü? Zarardan kaçınmak ya da Hipokrat'ın dediği gibi önce zarar verme (Primum non nocere)...Hani her şey ikilikte bir ya... İçindeki sen ile yüzündeki beni bir kılabilmek zor zanaat hatta ustalık... Bilgeliğe giden yolun tüm öğretilerinin uğrakları aynı durakları da... Kahramanın Sonsuz Yolculuğunda der ki Joseph Campbell; "Kişisel sınırları aşmanın acısı, ruhsal büyüme acısıdır" ki; Margaret Mahler de " biyolojik doğumla psikolojik doğumun eş zamalı olmadığı tespitinde bulunur. Her ikisine de gönülden iştirak ediyorum. Giderayak ettiğim duaları düşünüyorum Tanrım sen yatırdın sen kaldır, sevdiklerimi koru ve beni koynuna almadan evvel olabildiğince arınmış olayım. Şu dünyaya gelip pirüpak gitmek pek insana göre değil. Sadece doğar doğmaz ölen çocukların bu konuda masum olduklarını düşünüyorum. Onun dışında herkes bilinçli bilinçsiz kötülük çukuruna düşüyorlar. Ancak içerilerde bir yerlerde yatan iyilik potansiyelini güçlendirmek gerek ve mümkün.