İnsanlığın çoktanrılı inançtan, tektanrılı evreye geçiş serüveni
İnsanlığın çoktanrılı inançlardan önce henoteist (diğer tanrıların varlığını kabullenme) inançlara (Mısır' da Amon veya Yunanistan' da Zeus gibi, diğerlerine üstün olan bir tanrı vardır.) ardından da tektanrıcılığa (Mısır'da Aton, İbranilerde Yehova, İran'da Abura Mazda) kademeli olarak geçildi: Sonunda da "insanı kendi suretinde yaratan" (Yaratılış), sadece ve sadece kendisine tapılması ve buyruklarına uyulması karşılığında insanlara göz kulak olan ve ihtiyaçlarını karşılayan tek, eşsiz bir Tanrı'ya varıldı.
Bizim gibi bir insan olarak tasavvur edilen "Adem" ancak 5-6 bin yıl öncesinde yer alır. Halbuki insanlık tarihi, bunun en az 300 katı öncesine uzanmaktadır. Dahası, dini kitaplarda geçen Adem'e rastladığımız zaman aralığında da dünyada, artık tek bir Adem veya Adem ailesi değil, farklı kıtalarda, farklı renk, dil ve ırklarda, gelişkinlik düzeyleri farklı ve çoğu birbirinden habersiz olan, binlerce Adem(!) yaşamaktaydı. Dolayısıyla, bilimsel gerçekler gösteriyor ki, insanlık tarihinin başlangıcında, Adem gibi bir yaratığa yer olmadığı gibi, doğa-üstü güçlerden, insana hediye edilmiş en küçük bir bilgi de söz konusu değil.
Dinlerin, doğanın yasalarını kavramaya, daha ötesi kendisinin yarattığı iddiasına rağmen bu yasaları bildiğine ilişkin en küçük bir ipucu olmadığı gibi, insanlara kitaplarında böylesi bilgiler vermemiştir. Onun bilim diye bir derdi de olmamıştır; çünkü din kitapları insanı, doğaya hükmetsin, onu üretsin diye değil, sadece "öbür dünya"ya hazırlanırken belirlenmiş kurallar çerçevesinde iyi bir "kul" olarak yaşasın diye yaratılmış bir canlı olarak görürler. Oysa bilim, tamamen bu dünyaya özgü, yaşam üzerinde egemenlik kurmanın yöntemidir. Bu işlevsel zıtlık nedeniyledir ki bilim ile din daha en temelde karşıtlık içindedirler.
"Evrim kuramma giden yolun başında jeoloji ve paleontoloji (fosiller bilimi) vardır. 18. yüzyılın sonlarından başlayarak doğabilimciler daha alt (daha eski) katmanlardaki fosillerin daha yalın canlılara ait olduğunu, yukarı katmanlara (daha yakın zamanlara) doğru çıkıldıkça fosillerin giderek daha çeşitli ve daha karmaşık canlıların varlığını gösterdiğini gözlemlediler. Fosillerin incelenmesiyle dünyada bugün var olmayan çok çeşitli canlı türlerinin vaktiyle yaşamış oldukları anlaşıldı. Fosiller, ayrıca, canlı türlerinin, içinde yaşamış oldukları doğa koşullarına (iklim gibi) uygun değişiklikler geçirmiş olduklarını gösteriyordu. Örneğin arkeopteriks gibi 'ara' canlıların fosilleri, kuşların, ilkel sürüngenlerden evrim geçirerek ortaya çıktığını kanıtlıyordu.
Böylece İncil'deki (ve tabii Kur'an ve hepsinin temeli Tevrat'taki) yaratılış hikayesine inanmak gittikçe daha güçleşti.
Sümer dini çok tanrılı bir dildi. Dünyada, evrende, doğada görülen, hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı. Tanrılar insan görünümünde, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. İnsanlar gibi, onların da çocukları ve eşlerinden oluşan aileleri bulunuyordu. Bu aileler kral gibi bir Baştanrı altında toplanmışlardı. Tanrılar da insanlar gibi sever, üzülür, kızar, kıskanır, kavga eder, kötülük yapar, hastalanır, hatta yaralanabilirlerdi. Yer, Gök, hava, su Tanrıları yaratıcı, diğerleri yönetici ve koruyucu tanrılardı