Sanırım insanın hiçbir zaman yatışmayacak arzularından birisi. İnsanın dar çemberini umutla, umutsuzlukla yollara sermesi. Dünyaya giydirmeye çalıştığımız merak ben’imiz, bir avuç ömrümüz. Deniz gibi, zehir yumağına dönmüş kaygılardan bizi kurtaran, unutmanın rüzgârlı kapılarını aralayan sonsuzluk güzelliği. Geride bıraktıklarımızı da alıp gittiğimiz gölgeli bi zaman. Özgürlük duygusunun içgüdüye dönüşmüş hali. Kendi hayatımıza sevgiyle bakma imkânı veren bir yenilenme. Geçicilik duygusunun keder atlası. Bir odadan ötekine bile olsa, bize değişiklik duygusu yaşatan, belki de en büyük buluşu insanın.
Oğuz Aktürk Nasıl fikir kardeşliği yürütüyoruz şaşırmamak mümkün değil. Bu adamın düşüncelerini çok taktir ediyorum. Ayrıca bu ay bu kitabı okuyup yorumluyoruz. Kaliteli insanlara rastlamak hayattaki en güzel şey.
Otuz yaşım ile kırk yaşım arasında ne akıllı ne de çılgındım. Bu ikisinin ötesinde kalıp olup bitene seyirci oldum ve dünyayı kavradığımı sandım. İlk kez gördüm denizlerini. İlk kez güneşinin altına yattım. Gecelerinde dolaştım. Bir çocuk bile doğurdum, benim anneme yabancı olduğum gibi o da bana yabancı. Evet, dünyayı kavradığımı sandım. Politikası, toplumsal yapıları, sömürenleri, sömürülenleri ile ilgilendim. Ben ne sömüren ne de sömürülendim. Kırk yaşımda başlamam ya da bitirmem gerekeni bitirdiğimi sanıyorum. Bir insan yaşamı kırk yıl da olabilir. Olmalı. Bir ölüm özlemi değil bu. Özlemlerim kalmadı. Ben aslında sürekli özlüyor ve bir özlem durumunda yaşıyorum. Bu yüzden özlemlerim yok. Yalnız bir kavrama bu. Bütünselliğin kavranması. Bitirilmişliğin. Bir yolculuğun sonu. Başlangıcı olmayan yatay bir yolculuğun sonu. Kendi yuvarlağım çevresinde dönen bir yolculuğun.
Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. Şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum. Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyor ama kavrayamıyorum.
İşte "beğendiğim" insanlar:
- lodosta başı ağrımayanlar,
- insan dramının bilincinde olmayanlar,
- her sanat yapıtını aynı biçim ve aynı ölçü ile algılayanlar,
- uçakta iştahla yemek yiyenler,
- karı veya kocasına hayranlık duyanlar,
- kendilerine hakim olmaları gerektiğini sananlar,
- görgüden söz edenler,
- herhangi bir gemide, herhangi bir yabancının ayakkabılarını modaya uygun bulup bu konuda konuşanlar,
- biriyle yatıp, ona iyilik ettiklerini sananlar,
- sabahları genel konular üzerine konuşabilenler,
- özel yaşamlarını gizli tutmaları gerektiğini sanıp, bu konuda hiç söz etmeyenler,
- yemekler ve mutfak üzerine konuşurken, sanki bir askeri darbeden söz eder gibi heyecanlananlar,
- âşık olunca, ömür boyu sürecek eşlerini bulduklarını sananlar.