Yirmi yıldır görmediğiniz toprakları tekrar görmek değişik bir tecrübe. Hatırladıklarınız çok ayrıntılı ama hep yanlıştır. Mesafelerin hiçbirini tutturamazsınız ve belli başlı noktalar yer değiştirmiş gibidir. Hep, şu tepe eskiden çok daha dik değil miydi, şu dönemeç öbür tarafa doğru değil miydi? diye düşünürsünüz. Bir de aslında gayet doğru olmakla beraber sadece belli bir zamana ve mekâna ait olan hatıralar vardır. Sözgelimi ıslak bir kış günü, bir çayırın köşesinde otların yemyeşil olduğunu, hatta neredeyse maviye çaldığını, likenle kaplı çürük bir kapı sövesini ve çayırın ortasında durup size bakan bir ineği hatırlarsınız. Ve yirmi yıl sonra oraya gittiğinizde ineğin orada dikilip aynı ifadeyle size bakmadığına şaşırırsınız.
Annem ben bildim bileli şişmandı. Hipofiz bezimdeki kusuru veya insanı şişmanlatan neyse onu ondan miras aldığım su götürmez.
İrice bir kadındı annem; babamdan biraz daha uzun, saçları onunkinden epey daha açık renkliydi ve siyah giymeyi severdi. Pazarları hariç onu önlüksüz hiç hatırlamıyorum. Yemek pişirmediği bir zaman sanki hiç yoktu; abartıyorum tabii ama yine de bunda bir gerçeklik payı var. Yeterince uzak bir zamana dönüp baktığınızda insanlar sanki hep onlara tahsis edilmiş bir yere ve belirli bir tavra sıkışmış gibidirler. Size hep aynı şeyi yapıyorlarmış gibi gelir. Nasıl ki babamı hep tezgâhın gerisinde saçı başı un içinde oturur, dudaklarında nemlendirdiği bir kurşunkalem artığıyla hesaplar yaparken ve hayalete benzer beyaz sakalıyla Ezekiel Amcamı gerinip ellerini meşin önlüğüne vururken hatırlıyorsam, aynı şekilde annemi de mutfak masasında, kolları dirseğine kadar una bulanmış olarak bir hamur parçasını yoğururken düşünüyorum.
Geçmiş tuhaf şey. Hep yanınızda taşıyorsunuz. Bana öyle geliyor ki on, yirmi yıl önce olmuş şeyleri düşünmeden geçirdiğiniz bir saat bile yoktur; ama yine de çoğu zaman geçmişin, bir tarih kitabındaki bir sürü bilgi gibi, öğrendiğiniz bir olgular kümesinden ibaret kalması dışında bir gerçekliği olmuyor. Derken rastgele bir görüntü, ses veya koku ama özellikle de koku sizi bir anda alıp götürüyor ve o zaman da geçmişi hatırlamakla kalmıyor, içine giriyorsunuz.
Geçmişe takılıp kalmamız sadece basit nostaljik arzularımızdan ya da hayallerimize sarılma tutkumuzdan değil de sinirsel sistemimizin veri işleme sürecinde kısa yolları tercih etmesinden mi kaynaklanıyordu? Eğer ''görmek'' denilen şey kısmen optik sinirlerimizden kısmen de anılarımızdan besleniyorsa -yani kişi aynı anda hem o andaki görüntüyü hem de bu görüntünün depoladığı izlenimleri algılıyorsa- bu ''geçmişe takılıp kalmak'' ifadesine yepyeni bir anlam kazandırırdı. Öyleyse geçmiş, duyumsal deneyimler kılığına bürünüp bize miadı dolmuş veriler sunarak şu anın üzerinde tuhaf bir hakimiyet kuruyordu.