Belleğinde sadece sakin bir yaz akşamı kalmıştı. Açık bir pencere, pencereden çaprazlama giren güneş ışığı... (En iyi de bunu hatırlıyordu...)
Həmişəlik yadında saxla, qızım, şimal səmti göstərən kompasın əqrəbi kimi, kişilərin günahkar axtaran barmağı həmişə qadına tuşlanır. Hər şeydə. Heç vaxt yaddan çıxartma.
" Başka bir dünyanın güneşi bana farklı mı gözükürdü, diye düşündü. Belki daha az göz kamaştırıcı ve daha yumuşak bulurdum bunu. O güneşi kolaylıkla mı kabul ederdim? Başka bir Dünya?
..."
““Bulunduğum yerden,” diye yanıtladı güneş, “Evren’in Ruhu’nu görebiliyorum. Benim ruhumla iletişim halindedir ve ikimiz birlikte, bitkileri büyütüp gölge arayan koyunları yürütürüz. Bulunduğum yerden (ve dünyadan çok uzaktayım), sevmeyi öğrendim. Dünyaya biraz daha yaklaşacak olsam, üzerinde bulunan her şeyin yok olacağını ve Evren’in Ruhu’nun yok olacağını biliyorum. Bu nedenle karşılıklı bakışmakla yetiniyoruz ve birbirimizi seviyoruz: Ben ona hayat veya su veriyorum, o da bana yaşama nedeni veriyor.”
Daha da büyük, başka bir güneşten bahsediyorum. Her birimizin yüreğinde doğan güneşten. Umutlarınızın güneşinden. Düşlerimiz uyansın diye göğsümüzde uyandırdığımız güneşten.
Madame Rachilde’in “Güneş satıcısı”nı (le Vendeur du Soleil) bir türlü unutamam, çok anlattım onu okurlarıma, bir kez daha anlatayım: Paris’in bir köprüsü üzerinde bir satıcı, bağırıyor, dil döküyor, sattığı nesnenin eşsiz güzelliklerini anlatıyor. Başına toplananlar merakla bekliyorlar: nedir acaba o adamın sattığı? En sonunda söylüyor: “Size güneşi, her gün gözlerinizin önünde duran, ama sizin bakmadığınız, güzelliğini göremediğiniz güneşi satıyorum. Bakın! bakın! sizin bütün hülyalarınızdan güzel değil mi?” Din-leyenlerin çoğu omuzlarını silkip gidiyor, ancak bir iki kişi:
“Sahi! ne de güzelmiş!” diyorlar.
Adam güneşe dedi ki, "Ne kadar isterdim, ışığın hayatımın her gününe vursun!”
Güneş de adama dedi ki, “Lâkin yalnızca yağmur ve gece hatırlatır sana benim ışığımı.”
-Domacca şiiri, Çeviren Chevalle