Profil
helbestek ku bingeha dewleteke dihejîne
Musa Anter, kıyısından, kenarından Kürdleri konu alan siyasi hiciv yazıları yazınca, gazete ve M. Anter ile ilgili peş peşe davalar açıldı. Musa Anter'in 16 Haziran tarihli köşesi, "Ji bo Xwedê sedeqaké (Allah için bir sadaka)" şeklinde Kürdçe bir başlıkla çıkınca soruşturma açıldı. Birkaç gün sonra da, Yara- salar başlığıyla
Qimil
Musa Anter'in "Ama Ne İleri Yurd" köşesindeki hemen her yazısı soruşturma konusu olurken asıl fırtınayı, Kımıl adlı Kürdçe şiirin yayımlanması yaratttı. M. Anter'in 31 Ağustos 1959 günü yayımlanan "Kımıl" başlıklı yazısı ve yazıda kullan- dığı Kürdçe şiir aşağıdadır: "Asırlar boyunca iktidarların sui zanı
Reklam
Kavmine ihanet edenin kafasını koparmak gerekir.
Bedirxan Bey, Cizre’deki Birca Belek sarayında gezi­nirken bir oğlunun elinde bir keklik kafesi görür. Bedirxan Bey, “Bu nedir oğlum?” der. Oğlu Ali Şamil -ki sonradan paşa olmuştur- “Baba, bu çok kıymetli bir kekliktir. Bana Sincar’dan geldi” diye cevap verir. Bedirxan Bey, “İyiliği nereden geliyor oğlum?” diye sorar. Oğlu, bunun üzerine, “Baba, bunu dağa götüreceğim, etrafı tuzaklarla çevireceğim. Ötmeye başlayınca, dağdaki diğe keklikler yanma gelmeye başlayacaklar. Böylece benim kur­duğum tuzaklara yakalanacaklar” der. Bedirxan Bey, kafesteki kekliği alır ve kafasını kopararak yere fırlatır. Oğlu bağırır çağırır, kendisini yerden yere atar. Bedirxan Bey, oğlunu yerden kaldırıp başını okşayarak, “Evladım der, insan olsun hayvan olsun, kavmine hiyanet edenlerin kafasını koparmak lazımdır.”
said-i kurdî
1960 yılında, 49’lar diye bilinen arkadaşlarımla Harbiye hücrelerindeydik. Meğer Şeyda, o sıralar kendisini rahatsız hissediyor ve Kürdistan’da ölüp gömülmek arzusundaymış. Demokrat Parti içindeki müridleri ona bir taksi tahsis ediyorlar ve Kürdistan’a doğru yola çıkıyor. Urfa’da bir otele iniyor. Kimsenin de haberi yok. O gece fenalaşıyor. Urfa’ya gelişini ve hasta olduğunu duyan Avukat Faik Bucak ve diğer Kürt aydınlan kendisiyle ilgileniyor­lar. Fakat getirdikleri doktorların tüm itina ve çabalarına rağmen kurtarılamıyor ve vefat ediyor. Faik Bucak’ın bana sonradan an­lattığına göre, Saidi Kürdi’nin vefatından sonra terekesi tesbit edilmiş, bıraktığı tüm maddi miras şunlarmış; bir kamış sepet içinde iki mendil, bir çift çorap, iki don, iki fanila, kendisine mahsus bir entari, bir bez içinde bağlı yedibuçuk lira, bir secca­de ve bir de ibrik. Doğu’daki ve Batı’daki tamahkar din adamları bu halis Kürt fi­lozofundan bari birşeyler öğrenip Karun gibi olmamalan gerekti­ğini anlasalar.
Şükür Baban
Şükrü Baban’a gelince... Malum, Zihni Paşa’nın oğlu idi. Zihni Paşa, Kürt Teali Cemiyeti’nin ikinci başkanıdir. Aynı zamanda, Sadrazam Talat Paşa’nmda yakın dostudur. Şükrü Baban, Kürt meselesinde çok çekingendi. Zaten 1979 yılındaki ölümüne kadar ben, onun Mali Vekiliydim. Çünkü ken­disi felç olmuştu. Bütün işlerini ben yürütüyordum. Sırası gel­mişken, vekalet olaylarından şunu anlatayım: Şair Mehmet Akif Ersoy ölünce, vasiyetinde, “Beni Süleyman Nazif ile Profesör Nazım Baban’ın mezarları arasına gömün” demişti. Vasiyeti yerine getirilmişti. Ancak bugünkü Londra asfaltı açılınca tam onların mezarlarına rastlıyordu. Akif’in mezarına belediye sahip çıktı. Şükrü Baban ile Süleyman Nazif’in varisi olan Dışişleri Bakanlı­ğındaki akrabasına, mezarlara sahip çıkması için tebligat yapıldı. Şükrü Baban adına vekaleten ben gittim. Naim Bey ve hanımı için iki kefen ve iki tabut yaptırdım. Mezarlığa götürdüm. Biraz sonra işçiler ile belediye bandosu geldi. Mezarlığı açtık, kemikle­rini kefene koyduk, tabutları yerleştirdik. Süleyman Nazif’in de mezarı açılmıştı. Kafası mezarın kenarında duruyordu. Kendisi­ne nefretim olduğu için, oradan geçerken, heyecanlandım ve kas­ten olmasa da ayağımla kafa kemiğine dokundum. Dokunmamla tekrar mezara yuvarlandı. Ağzındaki altın dişleri dökülmüştü, işçiler ceplerine koydular, ben de görmezlikten geldim. Sonra, bando ile tabutlar alındı; merasimle, tabii ben de ön safta, şehit­likte hazırlanan yere, M. Akif ortada ve diğerleri iki tarafta olmak üzere gömüldüler.
Köyde yılın yedi ayında damda yatılır. Annem okur yazar de­ğildi ama geniş bir antik halk bilgisine sahipti. Damda, text deni­len, adeta oda büyüklüğünde karyolalarda yatardık. Babam olma­dığı için, ben ablam ve benden küçük üç kardeşimle birlikte ya­tardık. Taht o kadar büyüktü ki, hepimizin birlikte yatmamıza yeter, üstelik gerektiğinde kullanılsın diye bir de beşik yeri bulu­nurdu. Biz annemizin koynuna, bir kuluçkanın yavruları gibi sı­ğınırdık. Annem hem bizi sever, okşar, hem de bir taraftan küçük küçük masallar anlatır, bir taraftan da gökteki yıldızları tanıtırdı. O yıldızların hareketinde aşk vardı, akreplere karşı efsun vardı, meyvelerin olgunlaşma zamanı vardı... Hele, gece yolunu kaybe­denlerin kutup yıldızına bakıp nasıl yollarını bulacaklarını öğ­renmek oldukça heyecan vermişti bana. Yıldız ve takım yıldızla­rının adları vardı. Mesela, Büyük Ayı’nın adı Terme Mence (Merih yıldızının cenazesi); bu takım yıldızının son yıldızı kutup yıldı­zının adı Stera Xura’ydı. Terme Adem, yani Küçük Ayı’nın sağ kö­şesindeki büyük yıldızın yanındaki o küçük yıldızı görüp şu du­ayı okuduğunda muradına varırdın: “Terme Adem, siware bi rim, ez mirade xwe ji te dixwazîm!” (Adem’in mızraklı cenazesi, muradımı senden istiyorum.)
Reklam
Şeyh Abdulbarî Kufrevî
1919’da Kemal Paşa Kürdistan’a geldi. Osmanlı, kendisinin idamına karar ver­mişti ve Osmanlı devletince, Kürtler için her zaman söylenen ‘eşkıyalık’ sıfatı ona da verilmişti. Fakat ben ve diğer Kürt şeyh, bey ve ağaları onu koruduk. Erzurum Kongresi’ni akdettik. Son­ra, Kahtalı Hacı Bedir Ağa’nın da beşyüz muhafız süvarisi ve Dersimli Diyap Ağa’nın kuvvetleri ile Sivas’a gelip, orada da kongre­mizi yaptık. Kısa söyleyeyim; Kemal Paşa, Kürt milletinin hakla­rına sadık kalacağını defalarca ifade etti. Biz de inanarak kendisi­ni kolladık. Ama adam, Cumhuriyeti kurup Lozan Anlaşması’nı yaptıktan sonra hepimize dirsek çevirdi. Kendisine yardım eden ne kadar kuvvetli Kürt aile ve şahsiyeti varsa, birer bahane ile ya idam ettirdi veya sürgüne yolladı.
Başka Kürt kadınlarını yakından tanımadığım için ad vererek yazmıyorum. Yoksa meç­hul şehid abideleri gibi nice Kürt kadınları vardır. Alın size iki ta­ne fidan boylu Kürt kızı: Leyla Qasim ve Zekiye Alkan.
Dersim olayları, namuslu tüm Kürtleri etkilemişti. O kadar çok cinayet ve katliam işlenmişti ki üzülmemek mümkün değil­di.
Şiirin Linki yorumlar kısmında
Abdurrahim Zapsu’nun kayınpederim olduğunu söylemiştim. Ben de Naciye Abla misali, Abdurrahim Bey’e iki gözüm gibi bakıyordum. Hem çocuklarımın dedesiydi, hem de değerli bir Kürt şairi ve yazarıydı. Buraya hürmeten ve hatırası olarak, Bediüzzaman ile Bitlis Harbinde yaralanıp esir olarak Rusya’dayken yazdığı “Eşqa Welat” adlı şiirinin Kürtçe
56 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.