Peygamberler ve velîler, aklın anlayamayacağı, garip bir ruh hali içinde, İlâhî bir coşkunlukla beraber duyum ve akıl üstü bir idrâke ait sesler ve mânâlar getirirler. İlham budur. Ancak, veli-lerde ilham, bir zan ve tahmin konusu taşıdığı halde, peygamber-lerde kesin bilgi niteliğindedir. Vahiy ise, yalnız peygamberlere mahsus olup onların yüce idrâklerine bir «nur şerraresi>> halinde vasıtalı veya vasitasız olarak inen kesin ve mutlak bir ilâhi mesaj-dır, Vahiy için peygamber idrâki gereklidir. Bu idrâk kazanılmaz, doğuştan ve sadece bu vazife için seçilmiş insanlarda vardır.
Bize, insanlık haysiyetimizi öğreten, bize Allah'tan başkasına rüků ve secde etmememizi bildiren, bizi objektif ve sübjektif putların boyunduruğundan kurtaran şu muhteşem cümle, peygamberlere vahiy ile gelmiştir: «Allah'tan başka tanrı yoktur.>>
Objektif ve determinist bir âlemin içinde çalkalama çalkalana yoğrulmuş «bir akıl», insanın sübjektif ve hürriyetçi karakterini elbette tatmin edemez. Böyle bir akıl, insan idrâkini bağlayıcı ve hapsedici bir nitelik taşır.
İnsanlık tarihi, bize, bu tür tecrü-belerini nakleden sayısız peygamberin ve velînin varlığından söz etmektedir. Aşağı yukarı bütün kültür ve medeniyetlerin temelinde bu peygamberlerin ve din ulularının «tebliğleri» yatar. Bütün bunları bir çırpıda inkâr etmek, kültür ve medeniyetlerin inkârı mânâsina gelir. Bu yüce kişilere ve medeniyet kurucularına «deli, meczup, hasta, histerik, yalanci...» demek cesaretini gösterenler, gerçekte insanın kendini, kültür ve medeniyetini yıkmaya yöneldiklerini görmeyecek kadar hasta, gafil veya hain midirler?