Bu aralar gündemde olan bir şey hakkında konuşmak istiyorum. Özellikle fantastik kitaplarda ana kadın karaktere bir güçlü kadın yükleme furyası var ve bunu sadece iyi savaşması, laf sokabilmesi gibi unsurlar üzerinden yapılandırıyorlar. Bence güçlü kadın dediğimiz kişi sadece iyi savaşıyor olmamalı, güçlü kadın olmak için başkalarına korku salmamız gerekmemeli. Güçlü kadın ağlar da, güler de, hata da yapar vb. Güçlü kadın kimdir biliyor musunuz bir örnek vereyim
Çalıkuşu bu kitaptaki Feride'dir güçlü kadın.
Yazarlar karakter güçlü olsun diye onları acımasız yapıyor ama güçlü kadınların merhametli olduğunu unutuyorlar.
Kadın karakterlerine yıllarca taşıdıkları bir intikam duygusu yüklüyorlar ama güçlü kadınların bir olayı aşıp içinde öfke değil de rahatlama hissi taşıdıklarını unutuyorlar.
Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz, sizce güçlü kadın sadece iyi dövüşebilen kadın mıdır, ağlayan kadınlar güçsüz müdür?
İçimden konuşmak gelmiyordu, teselli etmek istemiyordum, soracak sorum da yoktu; ancak adamın suskunluğu üzerimi yapışıp kalmıştı, yük gibiydi, boğucuydu.
Televizyon ve video tutkusu ne yazık ki evlerdeki yetersiz konuşma, söyleşi ve dertleşmeyi daha da azalttı. Aile üyelerinin önemli bir konuyu konuşmak için neredeyse başka yerde buluşmaları gerekiyor.
— Ne aptalca zırvalar! -diye haykırdı.
— Aptalca veya akıllıca konuşmak umurumda değil! -diye haykırdım.- Tek bildiğim karşınızda konuşmak, konuşmak istiyorum ve… konuşuyorum. Karşınızda kendime olan tüm saygımı kaybediyorum, ama bu da umurumda değil.
"Konuşmak istemiyordum; yanımda yürüyen insanın da kalbi aynı hislerle sarsılıyordu, biliyordum. Kalplerimiz büyük bir sanatkârın akort ettiği iki güzel keman gibi birbiriyle tamamıyla ahenkli, aynı şarkıları çalıyordu."
“Daha fazla konuşmak istemiyorum. Tüm alışkanlıklarım ve gururum kül oldu, yeniden yeşerebilecekleri yerler tahrip edildi içimde. Ne başkalarına ne kendime karşı acıma yok artık. Hiçbir şey kanıtlamak istemiyorum.”
Mutluluk üzerine çok fazla konuşmak, hiçbir zayiatı, hiç gölgeli yanı olmayan başarılı bir hayatın, başarılı bir ilişkinin mümkün olabileceği bir ilüzyonu besler..
''Bartorstown'' isminde gizemli bir efsanenin peşine düşen iki kuzenin hikayesidir Uzak Yarın. Tüm dünyada pastoral bir toplum egemenlik sürerken ne teknolojik gelişime izin vardır ne de ilerlemeye. Geçmiş yıllarda kulaktan dolma ''ipek elbiseler, radyolar, makineler'' birer hayalden ibarettir. Yaşlı insanların bile alçak sesle konuşmak zorunda kaldığı dini baskısı yüksek bir güruhta 100 kişinin dahi bir arada yaşaması yasak. Kitap okumak günah!
Yasaklarla yönetilen kalpleri kışkırtacak bir şehir yok mu? Elbette var. Bartorstown gerçek! Hem de orada bilim insanları var. Ne mi yapıyorlar? En çok korkulan ve neredeyse bir kıyamet eşiğine getiren şeyi.
Atom bombası. Nükleer Enerji. Bilgisayarlar.
Ya kendi kafasına göre insanları lanetleyen din adamları? Bence onlar en büyük tehlike.
Hadi ne duruyorsunuz?