O yaşlarda utangaçtım, kırılgandım. Deneme yanılma dönemi başlamamıştı henüz hayatımın. Kırılmaktan korkmamanın bir yolunun da, kendi kendini bin parçaya ayırmak olduğunu keşfetmemiştim daha. Cam bir fanusun içinde korumaya çalışıyordum kendimi. Yanlış geldiğim bir yerdi dünya, öyle hissediyordum. Sanki çok güzel bir yere gitmek üzere yola çıkmışım da, sonra gecenin bir yarısı yanlış durakta inivermişim gibi. Aksilik ya, o durak da metruk binalarla çevrili, tekinsiz tiplerin gezindiği, leş kokulu, izbe, korkunç, karanlık bir yermiş gibi.
Sayfa 104
"Etrafımdaki her şey hapishane; hapishaneyi hem insan hem de parmaklık ya da sürgü olarak görüyorum. Bu duvar taştan bir hapishane, bu kapı tahtadan bir hapishane, bu zindancılar insan kılığına girmiş bir hapishane. Hapishane yarısı eve, yarısı insana benzeyen korkunç, kusursuz ve yekpare bir varlık."
Sayfa 33 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Reklam
"Sus!" diyorum. "Lütfen. Şu an, dünya üzerinde konuşulanları düşün. En az altı milyar insanın yarısı konuşuyor. Bir şeyler anlatıyor. Ne büyük bir ses! Ne büyük bir gürültü! Dinle! Çin'de üçüncü çocuğunu aldırmak için doktora yalvaran kadını, Macaristan'da dilenen adamı, Kanada'da karşısındaki erkeğe kur yapan erkeği. Duy bunların hepsini. O milyarlarca insanın hep birlikte konuşarak yarattıkları korkunç gürültüyü dinle!" "Lütfen, sen de katılma bu gürültüye"
Sayfa 107Kitabı okudu
"Kahve de içmiyordum.Nane çayı içiyordum sadece " "Korkunç bir şey."
"Tek istediğim bir kırmızı gül," diye bağırdı Bülbül, "sadece bir tek kırmızı gül! Bunun hiçbir yolu yok mu?" "Bir yolu var, " diye cevap verdi Ağaç, "ama o kadar korkunç ki sana söylemeye cesaret edemem." "Söyle! " dedi Bülbül, "Korkmuyorum." "Bir kırmızı gül istiyorsan," dedi Ağaç, "onu gece yarısı şarkınla yapmalısın ve kendi yüreğinin kanıyla boyamalı­sın. Yüreğini bir dikene dayayıp bana şarkını söylemelisin. Bütün gece bana şarkını söyleyeceksin, diken göğsünü delecek, sana can veren kanın benim damarlarıma akacak, benim olacak."
doğru dürüst gözümü kırpmamıştım. Sabaha doğru tam dalar gibi olmuş ama sonra korkunç bir kâbus görerek uyanmıştım. Rüyamda Selanik yanıyordu, evet, doğduğumuz, büyüdüğümüz şehir gözlerimin önünde, insanları, kuşları, ağaçları, evleriyle birlikte cayır cayır yanıyordu. Elimde ahşap bir kovayla denize koşturuyordum. Evet, yangını söndürmek için. Saçmalık. Ama rüya işte. Ne var ki, ben koştukça deniz çekiliyordu. Evet, o eski Deniz Tanrısı Poseidon mavi bir balık ağıymış gibi sürükleyip götürüyordu suları. Koca Selanik Körfezi derin bir uçuruma dönüşmüştü bir anda. Batık gemilerin yosun tutmuş tahtaları, sıra sıra balık ölüleri, şarap şişeleri, zeytinyağı küpleri, hatta insan iskeletleri ama tek damla su yoktu. Kurumuş bir denizle, yanmakta olan bir şehir arasında öylece kalakalmıştım. Bir sıcaklık hissettim o anda, başımı çevirince yanan şehrin ayaklanıp üzerime yürüdüğünü gördüm. Alev almış evler, arabalar, ağaçlar, kuşlar, hatta yarısı yanmış insanlar, hepsi, hep birden üzerime geliyorlardı. Hem de her yandan, hem de hızla... Alevler bedenime değerken, çığlık atarak uyandım.
Reklam
924 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.