📜
Kayboldum..
Önümdeki her yol girilebilir,
Çıkanı çıkmayanı yazmamış kimse duvara,
Hem hep duvar yazılarının üstünü bir ton koyu renge boyamışlar,
Geceden sevildiğini öğrenen genç kızlar mutlu,
Bir ben kayboldum bir genişleyen bir daralan düzlüklerde..
Düzlüklerden yansıyan kendimde sırma renkler görüyorum,
Solgun dudaklarım kürenin içine hapsolmuş biblo kadar kötü,
Kayboldum..
Bomboş, anlatamıyorum..
Bağırsam yankı yapacak dağ yok,
Koşsam kucak açacak dağ yok,
Yoruldum desem yaslanacak
Kucak açıp örtünecek dağ yok,
Kayboldum..
Siyah beyazdan ibaret olan
Çocukların heyecanla izlediği karıncalı ekranlardayım,
Nereye koşsam heba edilmiş ağırlıkları taşıyorum,
Kendi renklerim bile solmuş yıpranmış ben gibi,
Kaybolmuş,
Arıyorum,
Bulamıyorum..
~7 Ağustos~
Baştan söyleyeyim yine bu bir kitap incelemesi değil.
Sadece kitabı okurken hissettiklerim, yaşadığım tecrübeler...
Şımarık büyüyen bir kızın, şark görevinde nasıl idealist öğretmen olduğunun hikayesi..
Kan davası yüzünden dersime gelemeyen 9 öğrencimi düşündüm ağlayarak, yıl 2019 du.
8.sınıfta okuldan zorla ağlayarak -evlendirilmek üzere-
Öykücü olarak bilinen Sabahattin Ali'nin ilk yazdığı romandır. Ve bence en güzel romanıdır. En azından benim için öyledir. Kürk Mantolu Madonna'nın isminden dolayı fazla ilgi gördüğünü düşünüyorum. Evet o da mükemmel denecek kadar güzel bir roman ama, Kuyucaklı Yusuf gibi değil açıkçası. Kuyucaklı, heyecanı sürekli üst seviyede olan bir roman.
"Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir... Gider gelirdi..."
400 sayfalık kitap sadece tek bir günde geçen vakti anlatıyor. Fakat o tek gün hikaye içerisindeki kahramanların anılarıyla uzun zaman dilimlerine ayrılıyor.
Kısacası şöyle diyebiliriz; bir gün içerisinde geçen o vakit yüz yılları göğsüne
Hz. Mevlâna'yı Şems ile aynileştiren nasıl bir aşktı, ruhlarının birleşmesi nasıl bir bütünleşmeydi ki, asırlar geçtiği hâlde hâlâ gıptayla söylenmekte... Nasıl bir özdeşleşmeydi ki, "bir" olarak anılmakta... Nasıl bir coşkuydu ki, iki coşkun denizin kavuşması olarak görülmekte... Nasıl bir kutluluktu ki, O'nun kudreti karşısında
Okuyan bilir Dostoyevski okumak, karakterlerinin iç seslerine kulak vermek demektir. Dostoyevski’yi okuyan bir birey gittiği yoldan sapar bununla kalmaz olaylara ve çevresine de daha farklı bakmaya başlar.
Neden?
Nedeni sizce de çok açık değil zira büyük usta, okurun fabrika ayarları ile oynar ve destekliyorsa yazılım güncellemesi
... kimse siyah ya da beyaz olarak nitelendirilemez. Aslında hepimiz grinin tonlarıyız. Kimimiz daha koyu, kimimiz daha açık. Beyaza çok yakın bir tonu tutturabilenlerin azınlıkta olduğunu biliyoruz.
Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve
Bana kalırsa yenilik, ancak ve ancak bireyin iç dünyasından başlarsa kendisi için bir şey ifade edebilir. Çünkü kendini toplumun tahakkümünden sıyıramamış insanın yenilik adına söyleyebileceği şeyler ne yazık ki oldukça sınırlıdır.Burda birey kabuğundan çıkmak için onu kırmakla mükellef bir civcive benzer.Herkes kendi kabuğunu kendi kırmalıdır,