Duyguların da bir hurdalığı var sanki.
Arabalar gibi.. Bilmediğimiz bir yerde...
Üst üste, düzensiz şekilde yığılmış halde...
İşlerliğini yitirmiş duygular...
Anlamını kaybetmiş sevgiler, küllenmeye yüz tutmuş nefretler, örselenmiş bağlılıklar, canlılığını yitirmiş tutkular, zamana yenilmiş umutlar...
Ezik, çizik, köhne parçaları gibi arabaların...
Artık yerlerinden kıpırdamıyor hiçbiri.
Arayanları, soranları yok.
Gözden uzak olsunlar, geçmişin acı tatlı izlerini günlerin yüzeyine taşımasınlar diye hayatın uzak yerine öylece bırakmışlar. Sahipsiz, kimsesiz, hikayesiz kalmışlar.
Ağzında uykuyla sigaranın acılığı birbirine karışıyordu. Gömleğinin altında kaburgalarını kaşırken bir kez daha odasına baktı. Böylesi bir yüzüstü bırakılmışlık ve yalnızlık karşında ağzına korkunç bir tatlılık doluyordu. Kendini her şeyden, kendi ateşinden bile bunca uzakta hissedip, en iyi hazırlanılmış yaşamların temelinde saçmanın, bayağının bulunduğunu açık seçik biçimde hissedince, gözlerinin önünde bu odada, kuşku ve belirsizlikten doğan garip bir özgürlüğün utanç, gizli yüzü yükseliyordu. Çevresinde gevşek, yumuşak saatler ve bütünüyle zaman, çamur gibi çalkalanıyordu.
Tek istediğim bu kirli dünyada yaşadığımı unutmak. Bu dünyanın bana bir getirisi yok, benim de ona. Şarap dışında, dış görünüşlerimiz dışında birbirimize benzer hiçbir tarafımız yok.