Gör ve Bağır kişiyi harekete geçirmeyi amaçlayan iki eylem. Merak da ettiriyor. Neyi göreyim, neye bağırayım? Bu merakla açıyorum sayfaları. İncecik bir kitap. Dokuz öykü, 86 sayfa..."Canıma can katan anneme" diye başlıyor. Ardından ilk öykü: Dolap Beygiri... "İstanbul Sözleşmesi Yaşatır" (Emel söylemiş?) epigrafıyla ve uzuuuun bir cümleyle başlıyor. Aynı epigrafı son öyküde de görüyoruz. Öyküde kullanılan imgeler, üslup ve anlatış tekniği ve öykü içindeki göndermeler görülmeyecek gibi değil. Kendimce diyorum ki anladım yazarın ne söylemek istediğini, neye gör ve bağır dediğini.
.
Ardından, öykülerde işçi sınıfının sorunları, insan hayatının bir sinek kadar değerli olmadığı, kapitalizm, açlık, pandemi, mülteci olmak, krizler, savaşlar, diktatörler, betonlaşma, doğadan kopuş, evsizlik...
.
Bu hacimce küçük kitap belki çok daha fazlasını anlatıyor.
.
Öykülerin hepsini çok beğenmemle birlikte son öykü Nassaulu İsa'yı daha fazla beğendim. Bir cümleden yola çıkılarak oluşturulan, okurla sohbet havasında geçen ve kelimelerin çağrıştırdıkları üzerine beyin jimnastiği yaptıran deneysel öykü nefis bir okuma süreci sundu bana.