Ne sultanlar, ne vezirler kaldı dünyamızda. Hele onların yayınladıkları fermanları, emirleri bugün birkaç uzman kişi dışında kimseler hatırlamıyor. Selçuklu sultanlarının adlarını bile doğru dürüst sayabilecek olanlar sınırlıdır. Yedi yüz küsur yıl geçti ama insanlar durmadan Celâleddin’e koşuyorlar. Günde, yaklaşık on altı bin kişi. Niçin? Caddeye çıkıyoruz. Şu anda bize aklın alamayacağı kadar uzak görünen o gün gibi tıpkı, güneş Konya ufkunda ateşten bir top halinde. Üzerimizden geçen tepkili bir uçak, ardında göğü boydan boya çizen bembeyaz bir şerit bırakıyor. Yedi yüz küsur yıl geçti. Ama bize öyle geliyor ki, insanoğlunun Ay’da yürümesi Celâleddin Rumi’yi hiç şaşırtmazdı. Aklının ve ruhunun gücüne egemen olan insanın, evrene boyun eğdireceğine inanan biriydi o. Araç değil, amaç ilgilendiriyordu onu. Ve amaç: Mükemmel İnsan’dı.
Efendi Babam kuddise sirruhu: "İhvan var, Allah'tan feyiz alır. İhvan var, hem Allah'tan hem Rasûlüllah'tan feyz alır. İhvan var, hem Allah'tan hem Rasûlüllah'tan hem de şeyhinden feyz alır. Ve yine öyle ihvan da vardır ki; hem Allah'tan hem Rasûlüllah'tan hem şeyhinden hem de diğer ihvandan feyz alır." Yani şeyhinden istifade ettiği gibi, ihvanı da ona feyz verir ve Mevlâ'yı (Celle Celâlühü) hatırlatır. Peygamberden ve varislerinden feyz almak kolaydır. Çünkü onların şeriatta kusurları yoktur. Lakin ihvanda kusur olabilir. Buna rağmen onda fani olup onu sevince istifade meydana geliyor. Kardeşlerim! Birbirimizi sevelim. İhvandan feyiz almak hoş geçinmekle olur. Hoş geçinmezsen feyiz alamazsın, bu noksanlıktır. İhvanın ihvana cömertlik etmemesi güzel değildir. "Ben de kazanayım, kardeşlerim de kazansın." demeli.
Reklam
“Hareket Ordusu”: “-Ordumuz etti yemin!..” nârâları ile yola çıkarıldı. Bu hareketi, Sultan II. Abdülhamid muhâlifi olan ve Osman Senâî Bey’in vefâtı üzerine O’nun eserinin III. Cildini yazarak ve bunu küfür ve garezkârlıkla doldurmuş bulunan tarihçi Ahmed Refik bile şöyle anlatıyor: “... «Ordumuz etti Yemin!..» şarkısı gûya millî hissiya ta, millî hayata tercüman oluyormuş gibi riyakâr bir şevk ve sürür ile söylendiği zaman insanın gözleri önünde İttihadçı, Türklerden, Amavutlardan, Çingenelerden, Bulgarlardan, Rumlardan mürekkeb bir «Hareket Ordusu» geliyor. Top sesleri, mitralyözgürültüleri 31 Mart’ta hiçbircürmü olmadığı hâlde hal’ edilen, Saray’ı Resne kahramanlan tarafından yağma ve taraç (çapul) olunan Sultan Abdülhamid’in elîm vaziyeti, daha sonra Bayezid MeydanTnda, Ayasofya önünde Nisan güneşinin, sihri yaldızlanyla parlayan kes tane ağaçlannın mübârek yeşillikleri arasında yeni sehpa lar üzerinde beyaz elbiseleri, çıplak ayaklan, göğüslerinde yafalar, kaskatı kesilmiş, sararmış zabit naaşlannın mâte- mengiz ve korkunç bir şekilde sallandıktan tahattür edili yordu. Oh!.. Ne fecî, ne kanlı ve haşyetti (korkutucu) gün lerdi. Ordumuz keşke yemin etmese idi!..”626 626 Ahmed Refik- İki Komite İki Kıtâl, İstanbul, 191
Sayfa 537Kitabı okudu
Şu kocaman şehrin sokaklarında dolaşanların yüzlerine bakın... Yüz mü bunlar! Sararmış, uzamış... Gülmeyi unutmuş... Bu yüzler sevinci unutmuş. Sevmeyi unutmuş. Şöyle yürek dolusu, can dolusu, kucak dolusu sevmeyi unutmuş. Ağız dolusu öpmeyi unutmuş bunlar. Şöyle sağlıklı kütür kütür öpmeyi unutmuşlar. Gözleri kırgın, yılgın, paslı.. Kuşkulu, korkulu düşmanca.. Ben bu şehirden korkuyorum, bu şehirde hasta oluyorum, deliriyorum... İçimden her şeyi bırakıp kaçmak geliyor. Kirlenmiş, bitlenmiş, çamur içinde bir şehir. Dedikodu hastalığında, merhametsiz, sevgisiz,kazıkçı... Bu şehir karaborsacıların şehri... Bire bin kazananların, lüksün şehri.. Ve bu şehrin dört bir yanını çamur deryası içindeki çerden çöpten gecekondulu, yüz binlerce insanın yaşadığı umutsuz insanların mahalleleri çevirmiş. Ağzını açmış,bir ejderha gibi duruyor.
Ey Rakibü’l Burak sav (Burak’a binen) Azap ayetleri size ağlatırdı. Cehennem sizin de çok ağlatırdı. Celal’i Ömer’in azap ayetleri okununca düşer bayılırdı da günlerce hasta olurdu. Bizler bu hakikatleri “hiç olur mu?“ Diye düşünerek zihnimizde öteliyoruz. Nefsin o kadar çok hileleri var ki. Şimdi nefisler söylediklerinize öncelikle “sahih mi“ sorusunu sorduruyor. Sonrası hep şüphe silsilesi ile devam ediyor. Her şey sorgulanınca nefes sorgulanmaz oluyor. Şüphe ile başlayınca itiraz ile devam ediliyor. Nefis hemen“bir giyim için bu kadar azap olur mu?” Diye itiraz ediyor. Nefes itiraza başlayınca şeytan hemen ellerden tutuyor, ile yollarını açıp kalbi kapatıp dile avukat gibi savunmaya geçiyor. Küfürü gerektirecek her şeyi akla getiriyor, diliyle söyletiyor.
“Neydi bu acaba?” dedi kendi kendine Doktor Kemp. Çalışmasına geri dönmeye çalıştı, başaramadı, kalktı, çalışma odasından merdiven sahanlığına indi, zili çalmasından sonra, aşağıda holde beliren hizmetçiye tırabzanların üzerinden seslendi. “Mektup mu geldi?” diye sordu. “Sadece zili çalıp kaçan çocuklar, efendim,” diye yanıtladı hizmetçi. “Bu
Reklam
453 öğeden 271 ile 280 arasındakiler gösteriliyor.