Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Zamanla Aldatmak
Pörsümüş bir ruhun cırtlak çığırtkanlığıdır bu Kara basan ayakların vicdansızlığı Gözlüklü bir tılsımdır kulaklarıma yansıyan depreniş Irgalamaz olunca gün deliliğimi Bodur bir şapkaya selam çakıyorum alnımın ortasından Oryantal huylarım var benim Meşrebi zıpkın hippiliğinde Çenesi derme çatma Şimendifer iniltisini anımsatır bir yanılgı
En perişan kafadaki en yırtık pırtık kukuleta bile bir tür önem arz ediyordu; sanki etraftakilere şöyle diyordu: "Şu kukuletayı takan ben, hayatta kalmanın ne zor olduğunu gayet iyi biliyorum. Peki ya sen, şu kukuletayı takan benim, senin canını ne denli kolay alabileceğimi biliyor musun?"
Sayfa 287Kitabı okudu
Reklam
Makine ne masumları ne de tanıkları kabul eder. Kim inkar edebilir ? Kim ellerini temiz tutabilir ? Küçük dişli ilk seferinde kusar. İkinci seferde dişlerini sıkar. Üçüncüde alışır ve görevini yerine getirir. Zaman geçer ve dişlinin tekerciği makinenin dilini konuşmaya başlar: kukuleta, sopa, elektrik, denizaltı, kelepçe, askı. Makine disiplin ister. En yeteneklileri en sonunda bu işten zevk almaya başlarlar.
Savaş :(
Kafasına siyah kukuleta geçirilmiş adam, yaralı koluyla çocuğunu bağrına basmış, tozlu kirli sol elini, korkudan ya da geçirdiği havaleden yarı baygın oğlancığın alnına koymuştu. Dünyanın bütün sevgisi o ince parmaklı zayıf elde toplanmıştı sanki; öyle yumuşacık, okşar gibi, incitmekten çekinerek... Başı öne eğikti, dudaklarının kıpırdadığı fark edilmiyordu, ama çocuğun terden kirden alnına yapışmış siyah saçlarına değiyordu çenesi. Kafasına geçirilmiş; aşağılanmanın, yenilginin, belki de ölümün simgesi lanetli kara çuvalın altından çocuğuna sevgi sözcükleri fısıldıyordu besbelli. Korkma, bu bir oyun, diyordu belki de. Oğlunu bütün bir dünyaya karşı korumak istercesine sanki koruyabilirmiş gibi ve koruyamayacağını bilmenin çılgın, umarsız kederiyle yaralı koluyla ve yüreğiyle sıkı sıkı sarılmıştı ona. Çocuğun, babasının kolundan sızan kana bulanmış yüzünde, yarı yumulu gözlerinde ne korku, ne gözyaşı, hafifçe aralanmış ağzında ne sitem, ne feryat; bir daha hiç konuşmayacağı, hiç ağlamayacağı besbelli bir suskunluk.
“Cucullus non facit monachum.” Kukuleta giymekle rahip olunmaz.
Sayfa 114 - LucioKitabı okudu
Bir Rum arkadaşıma sevimli bir kız soruyor: “Biz İstanbul’ a 1984’te geldik. Siz ne zaman geldiniz?” Arkadaşım sakince cevaplıyor “3000 yıl önce.” Bu hayatın bizim gibi farkına varmadılar, bunun hazzını çıkaramadılar. Bir Rum evinden gelen bir tepsi musakkaya karşılık annenin gönderdiği bir Anadolu mantısı ya da bir Ermeni evinden gelen midye
Reklam
Cucullus non facit monachum.* *Kukuleta giymekle rahip olunmaz.
Sayfa 114Kitabı okudu
İşkence yapanlar kimler? Beş tane sadist, on tane manyak, on beş tane klinik vaka mı? Hayır, işkence yapanlar iyi aile babası insanlar. Memurlar mesailerini tamamladıktan sonra akşam evde çocuklarıyla birlikte televizyon seyrediyorlar. Makine onlara etkili olanın iyi olduğunu öğretiyor. İşkence gayet etkili: bilgi kopartıyor, bilinçleri dağıtıyor, korku yayıyor. Gizli ayincilerinkinin benzeri bir suç ortaklığı doğuyor ve gelişiyor. İşkence yapmayan işkenceye maruz kalır. Makine ne masumları ne de tanıkları kabul eder. Kim inkâr edebilir? Kim ellerini temiz tutabilir? Küçük dişli ilk seferinde kusar. İkinci seferde dişlerini sıkar. Üçüncüde alışır ve görevini yerine getirir. Zaman geçer ve dişlinin tekerciği makinenin dilini konuşmaya başlar: kukuleta, sopa, elektrik, denizaltı, kelepçe, askı. Makine disiplin ister. En yeteneklileri en sonunda bu işten zevk almaya başlarlar. Eğer işkenceciler hasta kişiliklerse, onları doğuran sisteme ne diyeceğiz?
Bölüm 2: Koyun Kızartma
Koyun Kızartma Bilbo yatağından fırlayıp sabahlığını giyerek yemek odasına gitti. Orada kimseyi değil, ama büyük ve acele bir kahvaltının tüm belirtilerini gördü. Odada korkunç bir dağınıklık, mutfakta ise yığınla bulaşık vardı. Neredeyse sahip olduğu tüm tencere ve tavalar kullanılmış gibiydi. Yıkanacak bulaşıklar öylesine kasvetli bir
Sayfa 38 - İthaki Yayınları, Çevirmen: Gamze Sarı Özgün Adı: The Hobbit İthaki Yayınları - 562 3. Baskı, Aralık 2009, İstanbul E-kitap: 1. Sürüm, Şubat 2015 Aralık 2009 tarihli 3. baskısı esas alınarak hazırlanmıştır.)
"Bir Rum arkadaşıma sevimli bir kız soruyor: “Biz İstanbul’ a 1984’te geldik. Siz ne zaman geldiniz?” Arkadaşım sakince cevaplıyor “3000 yıl önce.” Bu hayatın bizim gibi farkına varmadılar, bunun hazzını çıkaramadılar. Bir Rum evinden gelen bir tepsi musakkaya karşılık annenin gönderdiği bir Anadolu mantısı ya da bir Ermeni evinden gelen
83 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.