Hiçbir şeyin birbirini tutmadığı ve her şeyin en şaşırtıcı şekilde birbirine bağlı olduğu bir dünyada, bilmediğimiz bir yerde kopan bir fırtınanın getirdiği enkazdan yapılmış bir panayırda imişim gibi yaşamağa başladım.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dili kullanmadaki mahareti, kelime hazinesinin genişliği, sıradan olaylardan dahi hayat dersleri çıkarması, karakter analizleri, dönem çatışmaları ve tezahürlerini aktarma kabiliyeti ve daha nice hoş yanı ile kalemini naçizane beğendiğimi, kitabını keyifle okuduğumu ifade etmeliyim. Özellikle kendi olmakla başkası
Varlık güzeldir çünkü Allah onu, kendi güzelliğini temaşa etmek için yaratmıştır. Bu mânâda güzellik asli, çirkinlik arızîdir.
Karanlığın, aydınlığın olmadığı yerde ortaya çıkması gibi, çirkinlik de güzelliğin bulunmadığı yerde arz-ı endam eder.
Kitap ciddi bir birikim ve kabiliyetin meyvesi. İbrahim Kalın'ı tanıdıkça kitabı ve meramını daha iyi anlamak mümkün. İnsanlığın birikimini kullanıp kendi ilkelerimize göre yeni bir söz üretmenin derdinde olduğunu bu eserinde açıkça görebiliyoruz.
Neredeyse tamamını çizerek not alarak okuduğum kitabı, keyifle ve bitmesinden çekinerek
Yazarın tefekkür kabiliyetine hayran kalarak okuduğum bu kitapta çeşitli deneme yazıları bulunuyor. İş makinelerinden evlerin kendine has kokularına kadar gayet olağan bulduğumuz şeylere çok farklı bakış açılarıyla bakan yazar ayrıca sabah vaktine bakış, kitaplara karşı tutum, camideki özel(!) yerin mahiyeti vb konulara da değinerek yitirdiğimiz nice güzelliği bize hatırlatıyor.
Özellikle doğup büyüdüğü şehre bakışındaki değişimi, beni de tanıdığımı sandığım şehrimi yeniden araştırmaya yönlendirdi. Şehrin ve unsurlarının tarihinin okunması ile aidiyet duygusunun nasıl da pekişeceğini ben de yazar gibi hayretle fark ediyorum. Hafız yetişen evin hafızca düzenine değindiği kısımda, tutarlılığın ve bir gayenin hayatın tüm alanlarına sirayet etmesinin önemini bilhassa not alıyorum; hem kağıda hem zihnime.
En önemlisi de şu: Yaşadığı olaylar ve tanıdığı insanlar yani kaderi, yazarın büyük hazinesi.
Bu tespiti yaptıracak kadar çok ve güzel hatıralarla bezeliydi kitap. Fakat ilginç olan bu değil; ilginç olan yazarın bu kısa hatıralarının özellikle çocukluk hatırlarının üzerinde dururkenki geniş tefekkür kabiliyeti. Her yaşanmışlığın üzerine öyle güzel ve özgün düşünmüş ki zamanlara sığmayacak nasihatler beraberinde gelivermiş, her defasında. Bu durum bana tefekkür için çok daha fazla dua ve gayret etmem gerektiğini hatırlattı. Yaşadığım yere, zamana, olaylara ve insanlara bakışımı değiştiren, kaderin güzel hatıralarla aslında bir hazine olduğunu anlatan bu kitabı samimiyetle tavsiye ederim. Keyifli okumalar dilerim.
Kitapta yoksul ve yoksun bırakılmışlar, yolda kalmışlar ve mustazaflar üzerine samimi yorumlar yer alıyor. Kapitalist ve emperyalist bir sistemin içerisinde ayakta durmaya gayret eden son geminin, müslümanlığın neyi gerektirdiğine işaret ediliyor. Yazar, büyük işler küçük görülen ama samimi işlerle başarılır diyor. İslam devleti kurmak için bir
Kim bilir (emin olamayız tabii) belki de insanların yeryüzünde ulaşmaya çalıştığı tek gaye, bu gayeye ulaşma yolundaki daimi çaba, başka bir deyişle hayatın ta kendisidir.
Yazarın da söylediği gibi 'antikahraman'ımız mazlum mahzun ama bazen zalim diyebileceğimiz rolleriyle insan olmanın yahut olamamanın hikayesini yazmış bizlere. Tüm çelişkileri tüm çatışmalarıyla sorguladığı şey: "..şunu bir denemek istiyorum: İnsan kendi kendine karşı tamamıyla samimi olabilir mi?.." (s.43)
İnsan içindeki tüm