Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.
"Sakın tepenize bir şırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter."
Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.
"Insanın mümkünse karısı, çocuğu, parası ve hele sağlığı olmalı ama saadetini yalnız bunlara bağlamamalı. Kendimize dükkânın arkasında, yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız. Orada yabancı bir konuğa yer vermeksizin kendi kendimizle her gün baş başa verip dertleşmeliyiz. Karımız, çocuğumuz, adamlarımız yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz. Öyle ki hepsini kaybetmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın."
“Elbette bizler doğadaki tüm ahlakı reddetmiyoruz, ahlakın evrensel olduğu iddiasını reddediyoruz ve bir ahlak kuralını reddederken ya da kabul ederken onun hayatı geliştirici mi yoksa engelleyici mi olduğuna bakıyoruz.”
Sayfa 92 - Destek Yayınları: Haziran 2013Kitabı okuyor
Montaigne Denemelerinde insanlara kendi evlerinde gizli bir odalarının olmasını öneriyordu: "Kendimize dükkânın arkasında, yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız. Orada, yabancı hiçbir konuğa yer vermeksizin kendi kendimizle her gün baş başa verip dertleşmeliyiz; karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yok-muş gibi konuşup gülmeliyiz. Öyle ki, hepsini kaybetmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın."***
Anımsıyorum kumsaldaki ateșin tuzlu dumanını
Ve gölgeleri, çamların altındaki..
Koyu, tertemiz... hareketsiz..
Denize uzanan toprak parçasına tünemiş martılar...
Yeşilin üstündeki beyazlıklar..
Esiyor çamların arasından bir rüzgâr
Dalgalandırmak için gölgeleri
Kanatlarını açıp havalaniyor
Martılar
Ve gökyüzünde uçuyor çığlık çığlığa
Rüzgârın sesini duyuyorum
Esiyor kumsalımız boyunca
Köpüklü dalgalari görüyorum
Ve ateşimizin
Denizyosunlarını yaktığını.
Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.
Sayfa 141 - 30.Baskı: İstanbul, Şubat 2016Kitabı okuyor
Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.
“Marcus Aurelius un durmadan ve yeniden kendini ikna etmeye çalışması gerekiyordu. Onun amaci, Stoacı dogmaları, özellikle Epiktetos'un üç temel kuralını, etkili bir biçimde elinin altında tutmaktır: Nesnel olmayan hiçbir şeyi zihnine kabul etmemek, insan topluluğunun iyiliğini her zaman eylemlerine bir erek olarak seçmek, arzularını evrenin akli düzenine uydurmak. O halde, Marcus Aurelius'un kitabının bir iç mantığı vardır. Ama bu kuralların her türlü koşulda hatırlanabilmeleri için çarpıcı ve kısa olmaları, onlara yeniden hayat verecek aforizma formunu almaları gerekir. İşte bu çok ilginç bir yöndür, sanıyorum daha genel olarak antik felsefeyi anlamak için de çok ilginçtir.”
Paranin 90\10 kuralinin dogru olmasinin bir nedeni de pek cok kimsenin hayatlarini guvence aramakla gecirmeleri, mali becerilerini gelistirmeye hic zaman ayirmamalaridir. Mali becerileriniz ne kadar coksa hayatta sahip olacaginiz bolluk da o kadar cok olacaktir.
"Biz cumhuriyet yönetimi kurmalıyız ve bize hükmeden bütün efendilerden kurtulup özgürleşmeliyiz." "Bu bir çözüm değil!" diyor dördüncü kişi, "çünkü bu durumda sadece bize hükmeden yeni bir efendimiz olacak ve o da 'çoğunluğun egemenliği'dir. Her şeyden daha önemli olan, kendimizi o korkunç eşitsizlik durumundan kurtarmaktır. -Ah, o berbat eşitlik yok mu! İşte gene o bayağı, o avama özgü bağırış-çağırışlar kulağıma geliyor! Daha az önce nefis bir özgürlük cennetinin hayalini kurmuştum -oysa şimdi dizginlenemeyen bir küstahlığın azgın yaygaraları etrafımda yükseliyor.
Ölümsüz olduğu (sınırsız olduğu) farzedilebilecek bir hayatın, aynen bir ekonomi kuralının söylediği gibi, değeri de olmazdı. Bir şeyi değerli kılan onun nedret halinde (nadir) oluşu keyfiyetidir. Bir şey istendiği kadar ve herkese yetecek kadar varbulunuyorsa (eskiden buna örnek olarak hava ve su gösterilirdi, bazan da toprak ...) o şeyin ekonomi yönünden değeri bulunmadığı da kabul edilmiş olur. Sonsuz hayat (ölümsüz hayat) da, aslında değersiz birşey olurdu. Bu yüzden hayata değerini ve anlamını veren olgunun ölüm olduğunu söyleyebiliyoruz.
"Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter."
Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuz buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.