O NE DER, BU NE DER, ŞU NE DER?
Standart güzel algısıyla kafamdaki güzel algısı kesişmedi hiç. Eksiklik bendedir kuvvetle muhtemel. İnsanın kendisi çirkin, muhayyilesi fakir, imkânları sınırlı olunca estetik yargıları bile bir boka benzemiyor. Schopenhauer buna “normal” der, Nietzsche “köle estetiği" der, Platon “güzellik ideasından nasiplenmemek” der, Marx “proleterya alt kültürünün aşağılık kompleksi" der, Baudrillard “Simulakra” der (Baudrillard zaten her şeye simulakra der), Georges Perec "abi istersen bunlani unutalım" der, Annem, “annem benim, sen ne güzel şeysin” der, Veysel bir şeyler der ama ben anlamam, Babam hiçbir şey demez! Ve ben bir tek babamı anlarım. Babam benim, güzel babam. Dünyanın en güzel hiçbir şey söylemeyen adamı. Öyle işte. Mühim bir mevzu değil elbet lakin kayıtlara geçsin istedim... Hâl böyle olunca da gerçekten güzel bir şeyle karşılaşınca nasıl seveceğimi bilemem, elim ayağıma dolaşır, sarsak sarsak hareket ederim. İyi niyetim davranışlarımla çatışır hep. Ekseriyetle de çuvallarım. Lakin bu kez böyle olmayacak gibi. Misal bu kedi, kendisi buldu beni, geldi, usulca sevdirdi kendini. Sakin sakin sevdim ben de. Sakin sakin sevmek diye bir seçenek de varmış meğer, artık öğrendim...