ben o yasın içindeydim. yas beni yerlerde inleten, yemek yiyemeyen, uyuyamayan, evden birkaç dakikadan fazla ayrılmaya tahammül edemeyen bir kişiye dönüştürmüştü.
yasımızı tutarken yargılandığımızı, utandırıldığımızı ve yanlış bir şey yapıyormuşuz gibi düzeltildiğimizi hissetmiştik. bunun “üstesinden gelmemizin,” geçmişi arkamızda bırakmamızın ve kaybettiklerimiz hakkında konuşmamamızın öğütlendiği hikâyelerimizi paylaşıyorduk. hayatımıza devam etmemiz için uyarılmıştık, bize, hayatta asıl neyin önemli olduğunu öğrenmemiz için bu ölümlere ihtiyacımız olduğu söylenmişti. yardım etmeye çalışanlar bile, canımızı yakmıştı. basmakalıp sözler ve tavsiyeler iyi niyetle söylense bile, yine de küçümseyici geliyor, bu kadar büyük bir acıyı tek satırlık basit bir tebrik kartı seviyesine indiriyordu.
sevgiye ve desteğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda, her birimiz kendimizi yalnız, yanlış anlaşılmış, yargılanmış ve reddedilmiş hissediyorduk. bunun nedeni etrafımızdaki insanların zalim olması değildi, sadece gerçekten nasıl yardımcı olacaklarını bilmiyorlardı. yas tutan birçok insan gibi, acımızı arkadaşlarımız ve ailemizle konuşmayı bırakmıştık. her şey yolundaymış gibi davranmak, anlamayanlara sürekli olarak yasımızı savunmakla açıklamaktan daha kolaydı.
delirecek gibi hissediyordu. hızlı hızlı yürümeye başladı. sanki yeterli bir hıza ulaşabilirse beynindeki yangından kaçabilecekti. ama yok. kaçtığı her yere yangınını da götürüyordu.
ne söyledim, ne yazdımsa bu dünyada
ne yitirdim, ne buldumsa
bir derin iç çekişin
bağrında eridi.
bütün nesneler tek bir ses olarak
bağırıyor bana:
- bitti artık,
artık her şey bitti!
öldürmeyeceğim kendimi
ama, keşke öldürseydi diyeceksin bana.
öldürmeyeceğim kendimi
ama, bir ağıt yakmak
gelecek içinden;
aklımı yakıyorum çünkü ben
yaşanmış, yaşanacak bütün günlerimi.
intihar diye bir şey
yok bu dünyada
ölümle biten bir intihar yok
asıl intihar
gün gün yaşamakta