Lavinia

Lavinia
@lavinia_16
Hançer gibi keskin, çiçekler gibi ince..
Öğretmen
Bursa
51 reader point
Joined on December 2021
Adımı küçük harflerle yazdılar. Adımı küçük harflerle yazdılar. Benim dürüst, onurlu adımı küçük harflerle yazdılar..
Reklam
"Biz herkesin kaderini kendi çabasına bağlı kıldık" (İsra,13.)
“Kadercilik birçok açıdan yararlı çizgiyi takip etmekten, eylemler oluşturmak ve gayretle uğraşmaktan korkakça bir kaçıştır, aldatıcı bir destektir.”
Nevrotik kişi, üstünlük kompleksini durmadan ortaya koyar ama kendi aşağılık kompleksinin farkında değildir..

Reader Follow Recommendations

See All
Canavarlarla savaşan kişi dikkat etmelidir ki kendisi de canavara dönüşmesin. Çünkü uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar..
Reklam
Ne yaptın Nietzsche, Platon duymasın :)
Platon ya­pabildiği her şeyi hocasının, her şeyden öte kendisinin önermesi­ne ince ve soylu bir yorum katabilmek için yaptı - tüm yorum­cuların en pervasızıydı o, Sokrates'i tümüyle yalnızca popüler bir tema, sokaktaki halk şarkısı olarak aldı; ona sonsuz ve olanaksız çeşitlendirmeler katmak için; yani kendi maskelerine ve çok yüzlülüğüne. Muzipçe söylenirse, biraz Homerosca, Platon'un Sokrates'i şundan başka nedir: Platon önde, Platon arkada, ucube ortada.
Bir hamamböceği öldürürsen kahraman, bir kelebeği öldürürsen şeytansın. Ahlakın estetik standartları vardır.
Kişinin kendi bireyselliğini toplumsal kabuller ve uzlaşı adına feda etmesi. Baş aşağı düşerken "Henüz her şey yolunda!" dedirten hal. Oysa senin farkındalığın güzel. Dünyaya sana ait bir ses, bir renk bir ezgi, bir eda, bir duruş, bir cümle bırak. Dünyaya sana ait bir yenilgi bırak. Senden başkasının kotaramayacağı kadar sana has bir düşüş, bir başarısızlık bir yeniligi olsun. Aşağı doğru bir kavis. Oradan tüten bir anlam bırak. Koşmak zorunda değilsin, düşersen kalkmak zorunda değilsin. Düştüysen bir müddet çayır çimenin tadını çıkar. Sana sürekli koşmanı söylüyorlar, yarışmanı, birilerini arkada bırakmanı, ipi önce göğüslemeni bekliyorlar. Hep daha hızlı koşmanı istiyorlar. Bense sadece annenin çocukluğunda söylediği bir sözü hatırlatacağım: "Koşma,düşersin!"
Çocuklarımıza çitin öte yanında öcüler olduğunu öğretmek yerine, dağın öbür tarafında kan ve gözyaşlarının rengi bizimle aynı başka insanların olduğunu öğretmeliyiz.
Geçen yıl tıp fakültesi dördüncü sınıf öğrencilerime ders anlatıyordum, bahis depresyondu. Sınıfta Avrupa ülkelerinden gelen öğrencilerimiz de oluyor, nitekim onlardan bir tanesi İtalyan'dı ve kendisine İtalyan şair Leopardi'yi sordum. Duymamıştı ama internet üzerinden bulacağı bir şiirini bize kendi dilinde okuması ricamı da kırmadı. Öğrencilerimle birlikte lisanın müziğini hissetmek istemiştim. Sonra, sınıfa döndüm ve "Her biriniz, tek tek sevdiği bir şairden bir dize okusun lütfen," dedim. Kimi seviyor ve kimi aklınızda tutuyorsanız ondan bir dize. Şaşkınlık uyandırıcı bir durum ama yaklaşık elli kişilik sınıfta çıt yoktu. Bu kadar öğrencinin içinden bir dize okuyabilen çıkmadı. Bu gençler uzun saatler boyunca masa başında dirsek çürütüp yüksek puanlar alarak bu fakülteye geliyorlar. Üç yıl sonra doktor olarak mezun olacaklar ve bir dizeyi akıllarında tutamadıkları gibi, görünen o ki kendi alanları dışında pek az okuyorlar. Bana sorsanız tıp fakültelerinin ilk sene tedrisatı içine, edebiyat, şiir, felsefe, antropoloji ve sinema dersleri koyarım. İnsan ıstırabını tanımayan kişi, hekim değil musluk tamircisi olur..
Reklam
"Sesime cevap verecek bir ses, ruhumu onda seyredeceğim bir yüz yok. Bu insan çölünün ortasında kimsesizim.."
İnsan neden okur? Bir dizeye yahut bir cümleye tesadüf edersiniz, dersiniz ki "işte bu tam da benim yaşadığım ama adını koyamadığım o duyguyu anlatıyor!" Yalnızlığınız bir anlığına uçar gider. Başka ruhlarla aranızda bir akrabalık bulursunuz. Çoğalır ve iyileşirsiniz...
Dört illet zindan : 1- Tabiatın belirleyiciliği 2- Tarihin belirleyiciliği 3- Toplumun belirleyiciliği 4- Kendi belirleyiciliği Bilinçli insan; Tabiat ve Tarih zindanından "bilimle" Toplumsal düzen zindanından "sosyoloji bilimiyle" Kendi zindanından "din ile, aşk ile" kurtulur.
İtiraz hatadır. Camus'un itirazı gibi olur; o şöyle diyor: "Ben itiraz ediyorum." "Kime?" Diye soruyorlar. Tanrı'ya mı? Sen Tanrı'yı mı kabul mü ediyorsun yoksa? "Hayır." diyor. Öyle ise kime itiraz ediyorsun? diyorlar. Bilinçsiz bir tabiat varsa ve biz de bilinçsiz olarak yaratılıp yetiştirilmişsek, sen kime itiraz ediyorsun?
Facia şudur: Geçmişte kölelik vardı, bugün de var. Fakat geçmiş kölelik bilinçli bir kölelikti; hem köle, köle olduğunu duyumsuyor, hem kimden ve nasıl köle yapıldığını biliyor, hem kendisini köleliğe götürmüş olan efendiyi tanıyor hem de kölelik düzeninin baskıcı kalıplarının esaretine sürüklenen yazgısını biliyordu. Kulunç ve böbreğinin üzerine yediği kırbacı da hissediyordu. Gelgelelim köleler - insanlar - azat olmuşlar, özgürlüklerine kavuşmuşlardır; fakat bilinçsizce içten köleliğe sürüklenmişlerdir. Gerçek kölelerin başları kölelik bağından kurtulmuştur; fakat 'başlarının içi' köleleşmiş ve köleleşmektedir.
Descartes'in şu cümlesi oldukça meşhurdur: "Düşünüyorum, o halde varım." Bu, Descartes'in şüphesidir. Descartes, önce her şeyden şüphe etmiş, sonra böyle demiştir. Fakat şüphe etmekte olduğum hususunda şüphe edemem. Öyleyse ben varım ki şüphe ediyorum, şu halde ben varım. Sonra da "düşünüyorum, o halde varım." cümlesiyle tanındı, ünlendi ve bütün öğreti veya doktrinini bu cümlesine dayalı olarak ispatlayıp geliştirdi. İkinci söz Gide'in sözüdür: "Hissediyorum, o halde varım." Üçüncü söz de Albert Camus'nun şu sözüdür: "Başkaldırıyorum, o halde varım." Bu daha doğrudur. Aslında "var" olmanın bu üç ölçütünden her biri doğrudur. O, düşünüyor; vardır ki düşünüyor. Duyumsayan, hisseden kimse vardır ki hissediyor. Başkaldıran kişi vardır ki başkaldırıyor, isyan ediyor. Fakat burada üç tane "imek" (var bulunmak) vardır. İnsana özgü olan en üstün var oluş, "başkaldırıyorum, o halde varım" dır...
Reklam
Fakat ben yalan söylememek için yalan söylemiyor ve kendi zararıma da olsa böyle davranıyorsam, hiçbir karşılık da beklemiyorsam, doğruyu, mahvoluşum pahasına da olsa söylüyor ve hiçbir karşılık beklemiyorsam, üstelik her şeyimi yitiriyorsam, işte burada ‘ben’i görüyoruz: "İnsan’ın ortaya çıkışı muştusudur bu." Hangi insanın? İçindeki korkunç dördüncü zindandan da kurtulabilen ve iman ve aşk güneşi altında insan olma yönünde doğru adım atmaya başlayan insanın.
Bazen kendini, Şahin marka arabanın arka camına yazılmış Dante'den bir dörtlük gibi hissedersin. "Ya hissettiğin yanlıştır ya da olduğun yer."
“Dünyanın yarısı açlıkla mücadele ederken, diğer yarısının obezite ile mücadele etmesi insanlığın en özet ifadesi aslında.”
Tembel insan hak edilmiş bir dinlenmenin zevkini bilemez. Çünkü Pascal'ın dediği gibi "Isınmak üşürseniz, dinlenmek yorulursanız güzeldir."
Mikroskop insana önemini gösterdi, teleskop ise önemsizliğini. (Manly Palmer Hall)
"Vücudunuzdaki dopaminin yarısı beyninizde, yarısı da bağırsaklarınızda üretilmektedir. Yani, vücudunuz zaten dopamini bolca üretmektedir. Önemli olan dopamini kullanabilmek. Yeryüzündeki insanların büyük bir kısmı dopamini para karşılığı satın almaya çabalasa da dopamin dediğimiz şey tümüyle bedavadır. Kimi insan vardır gider, çok pahalı bir rezidansın en üst iki katını satın alarak dopamin salgılar. Kimisi vardır gider, 5 liralık çift lavaş dürüm yiyerek dopamin salgılar. Sonuçta beyninizde etki gösteren dopamin, aynı dopamin. Değişen bir şey yok. O zaman içimizde olan bir şeyi neden dışarıda aramakla vakit kaybedelim ki? Burada en önemli unsur; insanın kendisini gerçekten iyi analiz etmesi ve nelerden mutlu olacağının sağlam bir değerlendirmesini yapmasıdır. Lütfen unutmayın, mutluluk sizinle ilgili bir kavramdır, sahip olduklarınızla değil.O nedenle, insanlık olarak her şeye sahip olma, her şeyi satın alma sevdasından vazgeçmek, hem kendi mutluluğumuz hem de üzerinde yaşadığımız gezegenin mutluluğu açısından çok büyük bir adım olacaktır. Zira dünyadaki en önemli problem, bazı insanların her şeye sahip olma açgözlülüğüdür. Ama unutmamak gerekir ki doğa, tüm insanlığın ihtiyaçlarını karşılayabilir ama açgözlülüğünü asla karşılayamaz. Kendisi için yeterli olanla yetinmeyip sürekli ama sürekli büyüme güdüsü doğaya uygun bir güdü değildir. Hırs ve ihtirasın kısır döngüsünde sürekli büyümeye çalışanlara Edwin Abbey' in o güzel sözünü hatırlatmak isterim: Büyümek için büyümek, bir kanser hücresinin ideolojisidir."