... karanlığın içine, uçurumlara,dağlara veya uzak sulara, habersiz ve belirsiz bir güç tarafından, tıpkı bir yaşamın meçhul kaderin sarp derinliğine savruluşu gibi...
Üst dünya insanları, çelimsiz bir güzelliğe, alt dünya insanlarıysa sadece mekanik bir sanayiye doğru sürüklenmişti. Bu harika düzende, mekanik kusursuzluk için bile lazım olan tek bir şey eksikti : mutlak istikrar.
Bunları yazarken asıl hikayenin hakkını vermek için kalem ve mürekkebin kifayetsizliğini ama en çok da kendi yetersizliğimi fazlasıyla hissediyorum. Yeterli dikkati vererek okusanız bile, küçük lambanın parlak ışığının altında anlatıcının solgun, içten yüzünü göremeyecek, sesindeki tonlamaları duyamayacaksınız. Hikayesindeki dönemeçleri anlatırken yüzünün aldığı halleri bilemezsiniz. ( işte bu yüzden hayat ve hikayeler hiçbir zaman yaşandığı ve anlatıldığı gibi değildir. Ben yaşar ve anlatırım sen dinlersin anlarsın ama yaşamış sayılmazsın. Aynı kitaplar gibi biz okurlar kendimizi yüzlerce hayat gördük diye tanıtırız ama o hayatları da birilerinin penceresinden görmüşüzdür ve bu da bizi hiçbir okuduğunuz kitabı kendi hayatımız gibi yaşamadığımızı gösterir.)
Bazen nasıl oluyor da başka birini sevebiliyor anlayamıyorum ;çünkü ben onu öyle içten, öyle çoşkuyla seviyorum ki, ondan başka bir şeyi tanımıyorum, bilmiyorum da!