Özge Lena/Otopsi’ den
Kadının kimliği yok. Kimlikleri var. Sahte benlikleri. Onların keşmekeşi arasında kendini bulmak için bir mezar kazıcının titizliğiyle çalışması gerek.
Sayfa 34 - Can
Araf suresi
Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve-in lem taġfir lenâ veterhamnâ lenekûnenne mine-lḣâsirîn(e).. Dediler ki: "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!" Araf Suresi 23 ayet
Reklam
Her günün her vaktinin her saati kadın olmanın lanetini hissederek yaşıyor. Çünkü kadın güçlü olmak zorunda, yuvayı yapmak, herkesi çekip çevirmek, hayatlarını kolaylaştırmak, onlara temiz bir ev, sıcak bir yemek ve bedenini sunmak zorunda ve en kötüsü de, tüm bunları yaparken gülümsemek zorunda.
Ve tüm çocukluğu, anne babasına kendini sevdirmek, onları memnun etmek için çırpınırken azaplar ve pişmanlıklar içinde geçiyor.
Kendini suçluyor. Hep ve daima. Her şeyin, her kötülüğün, her acının ve her yaranın sorumlusu o. Her şey onun üzerinde. Dünya kocaman bir kaya. Suçlu o. Altında eziliyor.
Kelimelerini kağıda dökebilmek için bedenine iyi bakması gerekti. Çünkü otopsisini bitirmeliydi, yoksa hikayesi içinde ölü bir bebek gibi çürüyecek, kendiyle birlikte onu da zehirleyip öldürecekti.
Reklam
Bir erkeğe güzel görünmeye çalışmayı zavallıca buluyor. Sırf bir erkek beğensin diye olmadık şeyler yapamıyor. Ruhun çıplaklığı bedeninkinden elzem gözünde. Fakat yine de kıskanmaktan, çıldırmaktan, kıskançlıktan çığlık atmaktan kendini alamıyor.
Kadın suçlu çünkü doğurdu. Kadın suçlu çünkü bebek hasta. Kadın suçlu çünkü kocası mutsuz. Kadın, kadınlığından tiksiniyor.
Akşama dek utanç içinde, vicdan azabıyla kıvranarak çalışıyor. Çocuğunu bıraktığı için, geç kaldığı için, çocuğu ağladığı için, işe ağlayarak geldiği için. Kadın yürüyen bir azap. Nefes alan bir ıstırap.
Çünkü kadınlar kusursuz çalışanlar olmalı, mükemmel anneler ve harika eşler; mademki evde oturmak varken çalışmayı tercih ettiler.. Kadın üçünde de beceriksiz ve üç kere suçlu.
Reklam
Kadın, donuk bir taş yığınının içinde kıpkırmızı fokurdayan bir yaraydı.
Ölmek ne büyük lüks, diye düşünüyor. Yaşamak ve acı çekmek zorunda. Daha çok hıçkırıyor. Ölmek için yalvardığı bir yaşamın onu getirdiği hastane odasında katıla katıla ağlıyor; hep ve çok yalnız bir halde, çaresizce. Gidemiyor, kalamıyor, ölemiyor ve yaşayamıyor. Elinden gelen tek şey ağlamak.
Oysa tek yaptığı nefes almak. Ölemiyor da. Ne kadar denese de, ne ruhunu ne de bedenini öldürmeyi başarabiliyor.
Boşluğun kıyısına gidip gidip geliyor ama boşluğa düşecek vakti bile yok.
Sayfa 35
Ölümcül bir yalnızlığın içinde,biçare kıvranıyor. Kimsesi yok,kendisi bile...
Sayfa 18
1,374 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.