Amerika'ya geri dönünce, Hindistan'a gitmekten daha büyük bir kültür şoku yaşadım. Hint taşrasındaki insanlar bizim gibi zihinlerini kullanmıyorlar, sezgilerini kullanıyorlar ve sezgileri dünyadaki diğer insanlarınkinden çok daha güçlü. Sezgi çok güçlü bir şey, bence zihinden daha güçlü. İşime etkisi büyük oldu.
Batı'nın mantıksal düşüncesi insanın içkin bir özelliği değil; öğrenilen bir şey ve Batı uygarlığının en büyük başarısı. Hint köylerindekiler bunu asla öğrenmemişler. Başka bir şey öğrenmişler ve bu bazı açılardan en az diğeri kadar değerli, bazı açılardansa değil. Sezginin ve deneyimsel bilgeliğin gücü bu.
Hint köylerinde yedi ay geçirdikten sonra geri dönünce Batı dünyasının mantıksal düşünce kapasitesinin yanı sıra deliliğini de gördüm. Oturup zihnini gözlemlersen ne kadar huzursuz olduğunu fark edersin. Onu sakinleştirmeye çalışırsan daha da kötü olur, ama zamanla sakinleşir ve o zaman daha hafif sesleri duymaya başlarsın o zaman sezgin açılmaya başlar ve dünyayı daha net görmeye ve şimdiki zamanda daha çok yaşamaya başlarsın. Zihnin yavaşlar ve anın müthiş bir şekilde uzadığını fark edersin. Eskisinden çok daha fazla şey görürsün. Bu bir disiplindir; pratik yapmak gerekir.
Zen o zamanlardan beri hayatımda derinden etkili oldu. Bir ara Japonya'ya gidip Eihei-ji manastırına katılmayı düşündüm, ama spiritüel danışmanım burada kalmamı söyledi. Oradaki her şeyin burada da olduğunu söyledi ve haklıydı. Şu Zen sözünün doğruluğunu öğrendim: Öğretmen bulmak için dünyayı gezmeye razıysan yandaki eve bir tane gelir.