Yoksulluk ve acı insanı içten kılar. Ben daha da ileri gidip, acı çekmenin insanda sevinç yarattığını söyleyeceğim. Kolay elde edilen mutluluğun kırılganlığı, alın teriyle tadılmamış hazzın bayağılığı, Narkissos gibi, cıvık bir duygusallıkla kendine hayran olma sinirlerimizi yorar, insanı yaşamın asıl insani değerlerinden yoksun bırakır, büyük acılarla karşılaşmamış insanlara özgü tek yanlı yaşam kaynaklarını kurutur. Bu yaşam kaynakları da doğadaki su kaynakları gibidirler; düzenli bir biçimde, her geçen gün biraz daha gür akabilmeleri için, ele alınıp işlenmeleri, genişletilmeleri, derinliğine kazılmaları gerekir. Oysa sevinç kaynaklarımızın akışını gürleştirecek bir tek kaynak vardır yeryüzünde: Acı. Evet, yalnız o içten kılabilir insanı, ama bunun için de, acıyla ezilen kişinin kendine ters bir hayranlık duymaması gerekir, çünkü bütün iş, ömür boyu kuş gibi hafif olmaksa, elimizden akıp giden altınların hafifliğini hissetmek, bitlerin kalıcı izini taşımaktan çok daha iyidir. Yoksulluğun hayranı olmadığım gibi, onun verdiği sersemce acıya da hiç mi hiç düşkün değilim; ancak, bir kez yoksulluk denizine yuvarlanmışken,gülünç bir umutsuzluk içinde suyun yüzünde kalmaya savaşmaktansa ,alabildiğine derine inmeyi yeğlerim.Bende gördüğünüz,sizi ürküten o kişilik,o dinginlik,yazgıya boyun eğiş ,işte bundandır.