Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Hollanda'nın bir avantajı vardı: On yedinci yüzyılda Avrupa aklının gümrüksüz bölgesiydi. Diğer ülkelerin tersine, burada fikirlerinizin bedelini ödemek zorunda değildiniz. Hoşgörülü Hollandalılar Engizisyon, sapkınlık, gererek işkence yapılan aletler, kazığa bağlayıp yakmak gibi Avrupa'nın diğer bölgelerinde düşünürleri onurlandırmak için kullanılan ağır iş aletlerini ortadan kaldırmışIardı. On yedinci yüzyıl boyunca özgün felsefeler üreten dört düşünürden üçü - Deseartes, Spinoza ve Locke - Hollanda'da yaşadılar. (Diğeri, Leibniz, sınırın diğer tarafında Hannover'de yaşadı. ve birçok kez Hollanda'ya geldi.) Biraz da bu özgür havanın sonucu olarak Hollanda ayrıca, Galileo ve Hobbes gibi ileri düşünürlerin çalışmalarının basıldığı, Avrupa'nın yayın merkezi haline geldi ..
Locke düşünce özgürlüğü ve hoşgörüden yanaydı. Ayrıca cinsler arasında eşitliği savunuyordu. Erkeğin kadından üstün olması fikri insanların yol açtığı bir durumdu Locke'a göre. Dolayısıyla insanlar tarafından yeniden değiştirilebilirdi." "Bak buna tamamen katılıyorum." "Locke cinslere özgü rollerin tartışıldığı yeni dönemde yetişmiş ilk filozoflardandı. Daha sonra kadınların eşit haklar elde etmesinde önemli bir rol oynayacak olan adaşı John Stuart Mill'i çok etkilemiştir bu açıdan. Zaten Locke ancak 18. yüzyıl Fransız Aydınlanma Çağı'nda tam anlamıyla güçlenecek olan pek çok liberal fikri önceden ifade etmiş bir düşünürdü. Örneğin güçlerin ayrılması ilkesini ilk savunan odur..." "Yani devlet iktidarının çeşitli kurumlara dağıtılması." "Bunlar hangi kurumlar, biliyor musun?" "Biri Millet Meclisi. Bu 'yasama' gücüne sahip olan kurum. Bir de 'yargı' gücü var, yani mahkemeler. Son olarak da 'yürütme' gücü, yani hükümet." "Bu üçlü ayrımı Fransız Aydınlanma filozoflarından Montesquieu ortaya atmıştır. Locke diktatörlüğün önlenebilmesi için öncelikle yasama ve yürütmenin ayrılması gerektiğini vurgulamıştı. Locke tüm gücü kendi elinde toplamış olan XIV. Louis'yle aynı dönemde yaşamıştı. 'Devlet benim' diyordu XIV. Louis. Bu yönetim tarzına mutlakiyet diyoruz. Bugün böyle bir devleti belli bir hukuka bağlı olmayan keyfi bir yönetim sayıyoruz. Buna karşı Locke, hukuk devletini güvenceye alabilmek için yasalan halkın temsilcilerinin çıkarması, kral ve hükümetin de uygulaması gerektiğini söylemişti.
Sayfa 301Kitabı okudu
Reklam
John Locke, Eşitlik, Güçler Ayrılığı ve Hukuk Devleti...
(John) Locke düşünce özgürlüğü ve hoşgörüden yanaydı. Ayrıca cinsler arasında eşitliği savunuyordu. Erkeğin kadından üstün olması fikri insanların yol açtığı bir durumdu Locke'a göre. Dolayısıyla insanlar tarafından yeniden değiştirilebilirdi." "Bak buna tamamen katılıyorum." "Locke cinslere özgü rollerin tartışıldığı yeni
Sayfa 301 - Pan Yayıncılık, 24. Basım, Kasım 2009Kitabı okudu
Descartes'ın Yeni Çağ felsefesinin kurucusu olduğunu söylersek, abartmış olmayız. Rönesans'ta insan ve doğa büyük bir coşkuyla yeniden keşfedildikten sonra, bir kez daha zamanın düşüncelerini tek bir bütünlüklü felsefi sistemde birleştirme ihtiyacı baş göstermişti. İlk büyük sistem kurucu Descartes'tı. Onu Spinoza ve Leibniz, Locke ve Berkeley, Hume ve Kant izledi."
Sayfa 266 - Pan Yayıncılık, 24. Basım, Kasım 2009Kitabı okudu
Eğer devlet vatandaşlarının haklarını korumazsa, geriye uygun tek bir cevap kalıyor." "Devrim." John Locke
Devrimle birlikte yaklaşık bir yüzyıldır yaygınlık kazanan Locke'un ve Montesquieu'nün (Kanunların Ruhu; 1748) fikirlerinin etkisiyle yeni bir çağa girilir: kuvvetler ayrılığı devletin örgütlenmesinin altın kuralı olur. Yasama, icra ve yargı ["suçları cezalandıran ya da bireyler arasındaki anlaşmazlıkları yargılayan medeni hukuka bağlı (...) şeylerin icracı gücü"] baskı ve zorbalık tehlikesi karşısında ayrı uygulama alanları olacaklardır. "Bu üç güç de, yasa yapma, alınan resmi kararları icra etme ve bireyler arasındaki anlaşmazlıkları ve suçları yargılama aynı insanın ya da aynı soylular veya halk topluluğunun elinde olsaydı her şey mahvolmuştu." (Kanunların Ruhu, Kitap IX, böl. 6)
Sayfa 75 - DostKitabı okudu
Reklam
Bir çocuğun tahsile heves göstermemesi, dersine dikkat etmemesi başlıca iki sebepten doğar ki bunlardan ilki haylazlık, ikincisi ahmaklıktır. Bir çocukta tahsil kabiliyeti olup da haylazlık ve tembellikten çalışmıyorsa ona tahsil lezzetini tattırmak için çeşitli yöntemlere müracaat olunur. Çoğunlukla bu çalışma da heba olmaz. Fakat bu dikkatsizliğe sebep, ahmaklık yani zihnin tahsile kabiliyeti yoksa o halde çocuğun yaradılıştan gelen bu eksiğini düzeltmek meselesi güçleşir. Bu konuda John Locke der ki: "Böyle dikkat kabiliyetinden yoksunluk bir çocukta görülebilecek noksanlığın en fenasıdır. Çünkü bu noksanlık doğuştan geldiği ve bünyeye ait olduğu için düzeltilmesi zordur."
Sayfa 61
Bir insan bir başkasınca öyle çok incitilir ki kendini ya­ralayan kişiyi ve eylemi tekrar tekrar düşünerek ve zihninde eylemi ve o insanı ayrılmaz biçimde birleştirerek iki ayrı ideyi öyle karar ki onları tek bir ideye dönüştürür; insan üzerinde değil de o insanın verdiği acı ve sıkıntı üzerinde yoğunlaşır; öyle ki, onları ayırt edemez ve her iki şeyden de aynı derecede nefret eder. Sonuç olarak önemsiz ve gereksiz nedenlerden sık sık nef­retler doğar, savaşlar çoğalır ve sürer.
Sayfa 530 - Öteki Yayınları / Çev.Meral Delikara TopçuKitabı okudu
Hiçbir sonlu sonsuzla oranlanamaz; dolayısıyla tümüyle sonlu olan idelerimiz için de bu geçerlidir. Uzam idemizi de, bölerek azalttığımız kadar, çoğaltır ve dü­şüncelerimizi sonsuz uzaya doğru genişletebiliriz, fakat bir yer­den sonra belirsizliğe düşeriz. Sahip olduğumuz en geniş uzam idelerini birkaç kez katladıktan sonra o uzayın açık seçik idesini yitiririz; tartışmaya ya da düşünmeye kalkıştığımızda belirsiz­lik içinde kayboluruz; çünkü, karışıklığa neden olan kısmından çıkarımlar ve söylemlerde bulunduğumuz karışık ideler bizi hep karmaşaya sürükler.
Sayfa 494 - Öteki Yayınları / Çev.Meral Delikara TopçuKitabı okudu
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.