Otuz sene önceydi, ellerini yukarı kaldırıp da birleştiren, tonton bir Cumhurbaşkanı yönetiyordu ülkeyi. Görece bir rahatlık vardı, ekonomi, liberal ve özgürlükçü politikalardan dolayı rahatlamıştı.
Geçmişin hüznü ve uzak hayallerin umuduyla gökyüzüne bakarak yürüyordu kocaman çocuk. Tıpkı gerisinde bıraktığı çocuklar gibi o zamanlar kendisi de bu zamanı, bu duyguları yaşamıştı. Beş dakika kadar çocukları izlerken oynayan bütün çocuklarla göz göze gelmişti. Bilye oynayası vardı fakat çocuklar oralı olmamıştı. Aslında bir dilencinin ruh haliyle içinden çocuklara yalvarmıştı ‘Ben de bir kere oynayabilir miyim?’ diye ama çocukların verebileceği bir sadakası yoktu ve o artık kocaman bir çocuktu. Hakkını çoktan kullanmıştı.
Göz açıp kapayıncaya kadar geçen binlerce sene ve güneşin altında leş kokan bir bahar havasında ayılan sersem bir zihnin içindeyiz. Sonuçlarına nedenler üreten kısmi felç geçirmiş bir bilinç ile teselli olduğumuz bir zamandayız.
zamansizdergi.com/ruhu-olan-et-yi...
Nihayet şuna geliyoruz baylar: En iyisi hiçbir şey yapmamak! Bilinçli tembellik hepsinden iyi! Onun için yaşasın yeraltı! Normal insanları çatlayasıya kıskandığımı söyledim ya, gene de gördüğüm kadarıyla, onların bugünkü halinde olmak istemem. (Kıskanmasına gene kıskanacağım. Hayır, hayır, her şeye rağmen yeraltı daha kârlı!) Orada hiç olmazsa insan... Eeh! Şimdi bile yalan söylüyorum! Yalan, çünkü iyi olanın yeraltı değil, başka, bambaşka, hasretini çekip bir türlü elde edemediğim şey olduğunu iki kere ikinin dört ettiği gibi biliyorum! Cehenneme kadar yolu var yeraltının!