Harper Lee'nin "Bülbülü Öldürmek" (To Kill a Mockingbird) romanı, Amerikan edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Roman, 1930'ların Alabama'sında geçer ve ırkçılık, adalet ve insan hakları temalarını işler. İşte kitabın karakterleri ve olay örgüsüyle ilgili bir özet:
### Karakterler
1. **Scout Finch (Jean Louise
Bülbülü öldürmek kitabının devamı olan bu kitapta artık genç bir kız olan Scout( Jean Louise)' un yaşadığı hayal kırıklığına tanık oluyoruz.
Scout küçük yaşlardan itibaren siyahiler tarafindan büyütülmüş. Onların da beyazlar kadar yaşama hakları olduğu görüşüyle ( özellikle avukat babası Atticus' un desteğiyle) yetiştirilmiş. Her zaman siyahilerin tarafında olan bir taraf sergilemiş.
Bir tanrı olarak gördüğü babasının artık bir insan seviyesine inip siyahilerin haklarını kısıtlayan bir kuruluşun üyesi olduğunu gördüğünde adeta yıkılıyor. Tabii eski asi, dediğim dedik Scout olup babasının karşısına dikiliyor. İkisinin tartışması sonucu Scout ( Jean Louise) bir daha Maycomb' a dönmeyeceğine karar veriyor.
Fakat amcası onu o kadar kolay bırakmıyor. Scout bazı şeylerin göründüğü gibi olmadığını anlayınca rahat nefes alıyor.
Kitabı zevkle okudum. Bunu okumadan önce Bülbülü öldürmek kitabını okumanızı tavsiye ederim
Kitap beni şaşırttı açıkçası. Keşke siparişi vermeden önce biraz daha araştırsaydım diye düşündüm. Evet belirli bir araştırmaya ve yaşanmışlığa dayanıyor ama bilimsel olmadığı kanısındayım. Hastalıkların zihinsel nedenleri olduğu kısmına tamamen inansam da yeni düşünce modeli kısmında verilen toksik iyilik düşünceleri bana göre değil. Kitabı almadan önce bunları bir düşünün derim.
Kitabı şoklar içinde okudum diye bilirim yok böyle heyecan yok böyle gizem Louise monoton hayatından sıkılmış bekar bir annedir. Bir gün barda David’le tanışır ve aradığı aşkı bulduğunu düşünür. Ertesi gün işe gittiğinde David’in yeni patronu ve evli bir adam olduğunu öğrenir. Tesadüfe bakın ki bir kaç gün sonra Louise bu kez David’in karısı Adele ile tanışıp çok yakın arkadaş olur. Bir yandan David ile olan ilişkisi bir yandan da Adele ile olan arkadaşlığı arasında sıkışıp kalır. Louise, Adele ve David’in evliliğindeki sırları öğrendikçe bu çiftin yörüngesine takılır ve kime inanacağını şaşırır.
Kitap başlangıçta sıradan bir aşk romanı gibi görünse de aslında tam bir psikolojik gerilim. Ben okurken elimden bırakmak istemedim. Sonu ise ne kadar tahmin etmeye çalışırsanız çalışın asla tahmin edemeyeceğiniz şekilde kurgulanmış. Psikolojik gerilim severlere şiddetle tavsiye ederim okursanız ne demek istediğimi anlarsınız şu an yeni bitir dım elim ayağım titriyor ve ne kadar anlatsam az gelir .
"Altınımızı satmak zorunda kalınca, ne yapalım arabamız ve atlarımız olduğu sürece, hâlâ yolculuk edebiliyorsak her şey yoluna girer, her zaman daha çok altın alabiliriz, diye düşündüm. Sonra yollara çıkmamızı engellediler, arabamızı yaktılar ve ben, eh hâlâ bir atımız var, at arabası yapabiliriz ve başımızın üstünde bır çadırımız var dedim.
İçinde pek çok Kızılderili efsanesinin zaman ve mekandan bağımsızca aktarıldığı, her bölümde renkli karakterlerin olduğu güzel bir roman...geçen yıllar içinde Louise Erdrich'in "Bingo Palas"ını da beğenerek okuduğumu hatırladım. Anne tarafı Ojibwe kabilesine mensup, babası ise Alman olan yazar, kökenlerine bir saygı duruşu ifadesiyle yazıyor her kitabını. Rezervasyon içinde yaşayan Kızılderililerin kumar ve içki karşısındaki yenilgileri, tüm engellere rağmen sürdürülen gelenekleri, kabile mitleri bu kez çok özel (kutsal) bir davulun sesiyle bize ulaşıyor. Çeviride bazı pürüzler olsa da anlamların kaymasına mâni değil. Farklı bir kültürle tanışmak isteyen okurlara hararetle tavsiye edebilirim.
