Uzun bir süredir öykü ağırlıklı okumalar yapmaktayım. Daha önce paylaşmış olduğum bir alıntıda yer aldığı gibi (#69389465), ben de herkesin bir öyküsü, şiiri, şarkısı olması gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle okumuş olduğum 164 tane öykü kitabının içinden bana dokunan öyküleri bir ileti altında paylaşmak istedim.
Bu
ㅤ
Öncelikle itiraf etmeliyim ki, bu kitabın üzerimde bıraktığı etki çok büyük oldu...
Şimdi incelemeye geçelim:
Kitapta dokunaklı bir aşk hikâyesi anlatılmaktadır.
Kürk Mantolu Madonna, daha çok bir aşk hikâyesi olarak görünse de, aslında daha ziyade bir insanın yalnızlaşma sürecine ve giderek topluma yabancılaşmasına şahit oluyoruz.
Romanın
Öncelikle Yazar hakkında edindiğim bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum; Osamu Dazai, Japon edebiyatı denildiğinde akla gelen önemli yazarların başında geliyor. Gerçek adı Şuuiçi Tsusima olan yazar, zengin bir ailenin 12 çocuğundan biriydi. 19 Haziran 1909 yılında dünyaya gelen Dazai, zengin ve saygın görülen, politikayla iç içe olan bir ailede
Çehov tarzı durum öykücülüğünün önemli temsilcilerinden olan Sait Faik'in Lüzumsuz Adam eseri gözlem gücünün çokça ön plana çıktığı bir yapıt.
Öyküde dil her ne kadar basit olsa da yine de kurgusal geçiş sertlikleri nedeniyle okunması zor bir eser.
14 farklı öykünün yer aldığı kitap, halkın alt tabakasının gündelik meseleleri üzerine ele alınmış. Hikayelerinde rutinden uzak durma, körü körüne güvenin sakıncaları, insan emeğinin ucuzluğu, hak yemenin vicdani boyuttaki tezahürü, ailenin önemi, önyargının sakıncaları, etik değerler ile menfi değerlerin çatışması ve yalnızlık konuları üzerine eğilen yazar, öykülerinin çoğunda sonunu ve yorumunu okuyucuya bırakmıştır.
Her ne kadar kitap güzele yakın mesajlar versede; kadını metalaştırma ve 2.plana itmesi açısından okuyucuyu kendisinden uzaklaştırma noktasında yanlış bir adım atmıştır.
Tüm bu kriterler kapsamında, genel olarak kitaba ilişkin şahsi düşüncem;
Lüzumsuz Adam değil ama çok da Lüzumlu Adam değil şeklinde...
Siz hiç kahveye gittiniz mi ? Ben gittim, hem de çok gittim. Lisedeyken gittim, üniversitedeyken gittim, üniversiteden mezun olunca gittim. Şimdi gider miyim gitmem. Yahu şehirde kahveye mi gidilir, şehirde starbucksa gidilir. Oraya da ben gitmem. Köyde olsam ama öfff, kahveden çıkmam. Sabahtan akşama kadar kahvenin başını beklerim. Çay içerim,
hocam bana, "Zekanı mirasyedi gibi harcıyorsun!" demişti. Doğru... Zekamı har vurup harman savurdum ve nihayet iflas ettim. . . Hiçbir şeyim kalmadı. .. Ben zekayı radyum gibi bitip tükenmez bir cevher sanıyordum... Onun insan eliyle yetişip gelişen bir şey olduğunu düşürunüyordum... Adam olmak değil, enteresan olmak; bir şey yapmak değil, bir şey yapanlara istihfafla bakacak bir yere çıkmak istiyordum... Halbuki bugün sonsuz zaman ve mesafenin içinde ben neyim? Bir solucandan, bir ayrık kökünden daha ehemmiyetsiz, daha sebepsiz, daha lüzumsuz bir mahlukum...