Büyükler demişlerdir ki:
“Ben kulumun zannı üzereyim.” hitabı, yalnız ahirete yönelik bir hitap değildir. Kul bu dünyada da zannı üzere yaşar ve yaşatılır. Madem böyle, kendi zannın ile kendine perde olma. Hakikatin ve sırrından gafil kalma.
Eğer senin zannında maneviyat yakinen varsa ve kendinde bunlara bir inanç görüyorsan, o inancın ile bunlar zamanla sana keşfettirilir. Sen bunların mümkünatına itikad ediyorsan ve bu inancına hiç şüphe karışmıyorsa, o zaman bunlar sana tattırılır ve yaşattırılır.
Ancak sen hayatı yalnız maddeden ibaret görüyorsan, o zaman bil ki senin için gerçekten sadece öyle bir hayat vardır. İlahi kudreti ve o kudretin izhar noktası olan kendini, zannı ile sınırlayan ve kapayan bir kimse, bunlardan habersiz yaşar ve yaşatılır. Yaşayan ölülerden olur.
O sebeple denilmiştir ki:
“İnanan ile inanmayanın/zikreden ile zikretmeyenin arasındaki fark, diri ile ölü kimsenin arasındaki fark gibidir.”
Ölü isen tatma, duyma, görme… Sana kim ne desin?
Ancak diri isen kendine gel. Kendini, kendinle perdeleme. Olmaz deme. Gelecek olan ilahi imdada ve kendi hasletlerine mani olma. Ben öyle bir kudrete bağlıyım ki, onun yanında olmaz yoktur. Böyle der ve buna yakinen iman edersen işte o vakit keramet ipini beline bağlamış olursun.
Sonsuz bir kudreti yakinen kabul eden ve şüphe etmeden o bilinç üzere olan kimse; o kudrete bunu ispat eder. O kudrete bunu ispat ettiğin vakit senin için mümkün olmayacak bir şey mümkün değildir. İşte o yüzden:
“Nefsini bilen, Rabbini bilir.”