Arka kapağında bulunan bir alıntı ile başlamak istiyorum: ‘’
Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde
Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde
Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok
Noksanlıkla eksiklik, senin görüşlerinde
- Hacı Bektaşi Veli
Yanı başımızda bulunan ama kimsenin dile getirmediği bir sokaktan bahsediyoruz; Issız Kadınlar Sokağı’ndan. Bu sokaktaki yüzbinlerce kadından taciz, tecavüz, şiddet mağduru sadece 20 kadın hikayesine şahit oluyorsunuz.
Okurken herkes kendinden, çevresinden bir iz buluyor. Okurken çoğu tanıdık geliyor.
Hikaye bir çığlıkla başlıyor, hani daha birkaç ay önce kızının gözü önünde ‘’ Ölmek istemiyorum!!! ’’ diye haykıran Emine Bulut’un çığlığı... Kıskançlık yüzünden öldürülen Leyla, şiddet mağduru Nesteren ve Mine, 13 yaşında anne olan bir yavru, üvey babası tarafından tecavüz edilen Nazlı ve daha niceleri... Psikolog, öğretmen üyesi, avukat, doktor, ev hanımı... ne iş yaptığının önemi yok. Yarın içimizden birinin başına gelmeyeceğinin de garantisi yok. Umarım daha fazla kurban vermeden düzleşir her şey.
Daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum.
Herkesi okuması gereken, özellikle kadınların okuması gereken ve bu dünyada yalnız olmadıklarını düşündürecek bir kitap olmuş.Çok da güzel olmuş Kesinlikle tavsiye ederim...Bu kitabı okuyun, okutun.
Hayatımıza iyi ki girmiş dediğimiz, bize armağan olarak gelen insanlarla karşılaşmak ve yaşamak dileğiyle...
Evlilik Mahkumları
Toplumsallasma
Evlilik meslegine dogru
Ev kadini
Analik
Aile ve
Daha iyi yarım insanlar mı?
Yoksa butun insanlar mı?
Basliklari altinda dolu dolu bir kitap.
Kadının hayatın her alaninda yaşadıklarını örneklendirip, başka kaynaklardan da yararlanarak gayet anlaşılır bir dille sunuyor yazar bize bu kitabi. Feminist yazın icin
Kafka ya ilk bu kitabından başlamak istedim. Tek otobiyografik yönündeki eseri. Babasına olan serzenişleri var kitapta. Dili güzel akan bir kitap. Bana sanki kafka hep mağduru oynuyormuş gibi geldi. Babasından hem nefret ediyor hemde sevgi besliyor. Kitabın son sayfalarında babasının cevap verse neler söyleyeceğini yazmış. O kısımlar çok hoşuma gitti. Kısacık bir kitap okuyun.
Sözlerime büyük bir incelikle başlamdan önce bir şey söylemek istiyorum; kelimelerimi tek tek seçmeye çalıştım ve boğazımda ki yumruyu kitabı yalayıp yuttuğum üç saatte hâlâ geçirebilmiş değilim. Kitabı hâlâ bitirebildim mi bilmiyorum, kitabı hâlâ sindirebildiğimi de bilmiyorum. Öyle muaazzam bir etki bıraktı ki üzerimde hâlâ o etkiden çıkabildim
Bu kitabı Doğu Türkistan'daki kardeşlerimiz zulüm görürken okumuş olmam güzel bir denk gelişti mi desem ne desem bilemedim... Geçen onca zamana rağmen hala Dünyada zulmün varlığı , rengi (siyah) hep aynı kalmış .. Kitapta Nazi kamplarının örgülü tellerinin dışındaki ve içindeki hayattan gerçekten çok güzel bahşedilmiş ve çocuk hep çocuktur örgülü tellerin içindeki kampta da dışındaki o hayatta da masumdur yani .. Spoi vermek istemiyorum ama kitabın sonu beni gerçekten etkiledi .
"Elbette tüm bunlar çok uzun zaman önce oldu ve böyle bir şey bir daha asla olamaz . Bu zamanda ve bu çağda tabii ki.." diyor . O zaman biz hangi çağda ve zamandayız ?
"Ben ezeli bir mağdurum, coğrafi kader, siyasi kader, biyolojik kader...
Anlaşılmadım, anlaşılmadım, anlaşılmadım...
Hayatım bir bozgunlar silsilesi.
Hiçbir kavgam zaferle sonuçlanmadı.
Ben ezeli bir mağlubum... "
"Öyle bir kapı olmalı ki çalınca, insana hiçbir şey sormadan açsalar: kapının ortasındaki küçük pencereden bakıp da kim o demeseler. Sonra hemen içeri alsalar beni"
YOK BÖYLE BİR İMTİHAN!
Söze şöyle bir giriş yapayım:
Bizler çeşitli zorluklarla karşılaştığımızda kendi içinde bulunduğumuz durumu “dünyanın en zor imtihanı” olarak görmeye meylederiz. Hasta olduğumuzda sanki en ağır hastalığı biz yaşıyormuşuz gibi gelir. Mâlî açıdan bir kayıp, zarar, iflas yaşadığımızda kendimizi dünyanın en mağduru gibi