Kim düştü kuyuya, Yusuf mu, Yakup mu, Züleyha mı? Zindan kimin kaderi, Yusuf'un mu, Yakup'un mu, Züleyha 'nın mı?
Yusuf'un rüyasında güneş vardı, ay vardı, Yusuf'un rüyasında tam onbir yıldız vardı...
Nerede ki devlet ve muhabbet var, nerede ki hâl ve makam var, orada kıskançlık vardı...
Böyle başlıyor hikâye. Hangi hayat vardır ki içinde cefa olmasın, hangi yol vardır ki üstün bir kudret eliyle çizilmesin. İçinde kuyular, çöller de bulunsa, her kapısı ayrı çiçekli zindanlar da bulunsa, değil mi ki hiçbir yaşanan sebepsiz gelmez başa...
Sonra, çöl utandı, kurt utandı, kuyu utandı, ayna utandı. Nasıl olsa yanlış hesap dönerdi gittiği yerden. Aklanacak, anlanacak günü beklemek de imtihandı...
Yusuf ki sabırdı. O Mah-ı Kenan'dı. Güzeldi Yusuf. O kadar ki, en çok Züleyha 'ya imtihandı...
Ahsenü'l kasas...
Biz bildik diyelim, dinledik diyelim bu kıssayı, her kalemde ayrı bir lezzetle, her kelâmda yepyeni duygularla yine de ilk defa tamamlamıyormuş eksikler gibi...
Tevrat ve Kur'an-ı Kerim'de anlatılan bu kıssa, halk hikâyesi ve mesnevî olarak da birçok defa kaleme alınmıştır.
Beşerî aşktan ilâhi aşka uzanan bu yola Nazan Bekiroğlu 'nun kalemiyle çıkmak ise, yüreğin her köşesine dokunarak yürütmektir bir nevi.
Şimdi ben, Yusuf,tut ki Mısr'a azizim, efendiyim. Boynumdaki künyede hâlâ vasfım yazılı, Züleyha'ya köleyim...
Nazan Bekiroğlu' nun cümleleri kullanmaktaki ustalığı Yusuf ile Züleyha kitabında da sade ve akıcı bir üslupla aktarılıyor bizlere.
Adım ne Yusuf ne Züleyha
Bu kuyuda yeniyim.
Kuyu serin
Kuyu yüreğimden de derin...
Keyifli okumalar.