Şimdi vasiyetimi sükûnetle dinle:
Orhan, öleceğim için üzülmüyorum; çünkü senin gibi bir halef bırakıyorum. Adil ol, merhametli ol, dininin emirlerinden sapma, istişareye ehemmiyet ver; ama ehliyle istişareye dikkat göster. İslam dinini yaymak için Allah'ın emr-i mucibınde cihat eyle. Din adamlarını, âlimleri dervişleri koru, onlara yardım et, onların dualarını al. Rahatı düşünme, güçlüklerden yılma, emeklerini cihat uğruna harca. Dünya malına değer verme, çünkü dünya malı geçicidir. Bütün beşeri lezzetler biter, sen ebedi güzelliklere talip ol, mükafatını Allah'tan bekle. Bizim kavgamız mihnetle kuru kavga değil, davamız cihana hükmetme davası değil; davamız bütün bunlardan çok daha murkaddes olan ila-yı kelimetullah davasıdır. Zaferlerimız, büyük davamızın zaferleridir. Bu davada insanlar sadece vasıtadan ibarettir. Nöbet senin Orhan, biz göçer olduk. Göreyim seni, ilminin de kılıcının da hakkını ver. Yolun açık olsun. Var git Bursa'yı aç, gülzar eyle...”
Orhan Bey, babasının elini öpüp çıkarken omuzları sarsılıyor, genzine çıkan hıçkırıkları zor tutuyordu.