Hikmet kelimesi, Arapça’da, mutlak olarak bir şeyden başka şeyi menetmek yahut ıslâh maksadı ile bir şeyi muhafaza etmek yani fesat ve bozulmaktan korumak manasınadır.
Meselâ: Hayvanı hareketinde serbest bırakmadığı için ağzındaki geme, hikme; zulme mâni olması lâzım geldiği için husumeti ortadan kaldıran zâta hâkim ve onun verdiği karara hüküm denildiği gibi insanı cehâlet ve sefâhetten men ve muhafaza eden fazilete de hikmet denilmiştir.
Hikmet, asıl mana itibarıyla bir şeyi kusursuz, sağlam ve lâyıkı veçhile yapmak manasına ise de örfen, kişinin ilim ve amelinin kemâline denilir. Hikmet, ilim ve akıl ile kavilde ve fiilde hakka isabet, imkân nispetinde varlıkların hakikatlerini bilmek gibi, güzel manalarla da tarif edilmiştir.
Hikmet, Cenâb-ı Hakk’a isnât edildiği zaman, eşyanın hakikatlerini/özünü bilmek, en mükemmel sûrette yaratmak gibi manalar ifade eder.
İnsanlardan hakîkî hikmet sahibi olanlar ise Resûl-i Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem ile onun ilim, marifet ve ahlâkına vâris olan yüce zâtlardır. Zira o mübarek zâtlar, hikmet nurlarını ve kemâl vasıfları, Cenâb-ı Hakk’ın ezelî hikmet hazinesinden alarak insanları hakîkî saadete ve doğru yola hidâyet ve irşâd buyurmuşlardır.
Yani hikmet sahibi olmak fikren, fiilen ve ahlâken, bütün kâmil vasıflarda numûne olmaya bağlıdır. Bu da hikmetin, kişide bir meleke ve seciye hâline gelmesi demektir. Yoksa yalnız birtakım ilimleri öğrenip ezberlemek veya bazen hak ve hakikate isâbet etmekle insanın hikmet sahibi olamayacağı açıktır.