"Görüngülerle sadece görüngüler düzeyinde mücadele etmek bizi bir uçta ekonomizme, sınıfsal koşulları yeniden üretmekten öteye gidemeyen bir işçiciliğe, diğer uçta ise ekonomik düzeyi neredeyse yok sayan bir solculuğa, siyaseti ekonomiden ayıran, ona özerklik atfeden ve siyasal görüngüyü ekonomik olanın önüne koyan bir temsil ve gösteri siyasetine sürükler. İşte o zaman faşizmi sandıkta yenebileceğimizi iddia etmek gibi kendisiyle çelişen, anlaşılmaz, tutarsız bir çizgiye savrulmak mümkün hale gelir."
e-komite.com/2024/hicbir-yer...
Sema Kaygusuz ve Şule Gürbüz'ün anlatımını birbirine çok benzetiyorum ama Kaygusuz, Gürbüz kadar parmak sallamıyor okuyucusuna. Onda bir üstünlük belirtisi yok; aksine okuyucusu karşısında bir alçalmışlık, mahcubiyet var. Bundandır sanırım, incelikli betimlemeleri hep daha fazlasını anlatmak istiyor. "Bak canım, burada bunu anlatmak, bunu hissettirmek istiyorum" diyor. Gürbüz'de ise ayrıntılı betimlemecilik süslemeye varıyor. Okuyucunun konumu bir noktada önemsiz.
Dilinde duyusal olarak hissedilen üstenciliği tam olarak açıklama imkânım yok ama özellikle onun yazımındaki "anlam" bir noktada çözümlenmek zorunda değil. Düğüm olabilir, yanlış yerlere varabilir, kendisi dışında kimse birçok unsuru kavrayamayabilir vs. Bunlar elbette birçok anlatının ortak noktası fakat onun dil menzilinin ana eksenini oluşturuyor bence bunlar. Bu da onu kısmen üstenci, anlatısını da bir noktada "kendisi için" yapıyor.
Bir noktada gizil bir bencilliği de var okumanın. Yüzyıllardır aynı tespit yapılıyor fakat bir anda gün ortasında herhangi bir cümlenin altını çizerken fark etmek de hiçbir zaman yazamayacağımı, ifade edemeyeceğimi bildiğim bir düşünceyi öylece kucağıma bırakıyor. Bir noktada somut, doğrudan bir üretim yapmıyorsam toplum için, bu kitapların hepsini atayım daha iyi. Ya da bir şeyler yazayım, bu da bir diğer seçenek. Herkes de suçluluk duyan bir zihnin ortalama ürününü bekliyordu zaten.